Yıldız Tümerdem
Anadolu’da Halk Hekimliği
Babamın görevi nedeniyle(subaydı)
Diyarbakır- Mardin Kapı’da, Onur duyduğumuz şairimiz, Cahit Sıtkı Tarancı’nın
doğup büyüdüğü evin (şimdi müze) bitişiğindeki evde doğmuşum. Yaşamımın ilk yılı
İstanbul’da geçmiş. Çocukluğum ve ilk gençlik yıllarım da Başkentimiz Ankara’nın
Hamam önü-Hacettepe semtinde geçti. Sonraları Hacettepe Tıp Fakültesinde, Çocuk
Hekimi olarak görev yaptım. Akademik Yaşamım orada başladı. Hekim olan eşimi
orada tanıdım. Hekim olan ilk kızım da Hacettepe’de doğdu. Hekim olan ikinci
kızım da annesi gibi, Hacettepe’de, akademik yaşamına ilk adımını attı “Beni
bu günlere getiren dingin yaşamımın temeli Hacettepe’de atıldı”
dersem yalan olmaz…
İlkokullu yıllarımızda,
hastalandığımızda, biz çocuklara, ilaç kullanılmadan önce değişik otlardan
hazırlanmış çaylar içirilirdi. Bazıları lezzetli, bazıları da acı ve
içilmeyecek kadar lezzetsiz olurdu. Bize zorla içirildiğinde, midemizin
bulandığını, kustuğumuzu, karnımızın ağrıdığını, ishal olduğumuzu anımsıyorum. Mutfaklarımızın
duvarındaki çivilere, içlerine kuru otlar konulan Amerikan bezi torbalar
asılırdı. Aklımda kalan bitkiler; ıhlamur, papatya, rezene, kantaron çiçeği,
zeytin yaprağı, kuşburnu, ısırgan, defne, nane, mısır püskülü, ayva yaprağı,
elma kabuğu, anason, adaçayı yaprağı ve çiçeği, sinameki yaprağı, kiraz sapı,
hatme çiçeği… Kavanozlarda saklanan karabiber, kırmızıbiber, çörek otu, kekik,
keten tohumu, zencefil, karanfil vb. de, oldukça sık, kullanılırdı. Ön
baharlarda kırlardan toplanarak salata ya da yemek olarak sofralarımızı donatan,
ısırgan otu, ebe gömeci, labada, kuzukulağı, madımak, vb. çok sayıda ot vardı.
Renkli olmayan, beyazımsı mantarlar da bunların arasında yer alıyordu. Otlardan
yapılan yemekleri yedikten sonra, kusarak, ishal olarak hastaneye yatanları
anımsıyorum. Ulus gazetesinden mantar yedikten sonra ölen çocukları öğrendikten
sonra evimizde mantar yemeği pişmedi. Hiçbir yerde, doğal ortamdan toplanan
mantarları yemez olduk. Hala da öyle. Mantarlar gibi, diğer otlardan yapılan yemekleri
yiyemezdik. Hastalanıp ölmekten korkardık…
Çok iyi anımsıyorum o günlerimi.
Hiç ama hiç unutmadım. Unutmak olası mı? Öylesine renkliydi ki. Yaşamımız
tiyatro oyunu gibiydi. Kömür sobalarımızın üstünde, kalaylı bakır çaydanlıklarımızda
ıhlamur yaprakları, çiçekleriyle birlikte en az 10-15 dakika kaynatılırdı.
Kaynadıkça üstüne soğuk su konurdu. Rengi kırmızı olana kadar kaynatılırdı. Koyu
kırmızı olması beklenirdi, nedense. Yalnız ıhlamur değil, tüm otlar
kaynatılarak içilirdi. Çay dışında hiçbir ot demlenmezdi. Çay bile uzun süre
demlenir, bittikçe çay konulur, sıcak su eklenirdi…
Boğazımız ağrıdığı zaman, kaynatılarak
lapa haline getirilmiş keten tohumu, renkli pazen, beyaz patiska ya da Amerikan
bezine sürülerek, ılık bir halde, boynumuza bağlanırdı. Boynumuzdaki bezlerle yatar,
kalkardık. Okula bile bezlerle giderdik. Öğretmenlerimiz de bilirdi bu tedavi
yöntemini. Zeytinin ezilerek
arkadaşlarımızın boynuna bezlerle sarıldığını, siyah önlüklerin beyaz
yakalarından zeytinin yağının aktığını gördüğümde kahkahalarla gülerdim.
Ağrıyan, şişen eklemlere Karadeniz bölgesinden getirtilen “deli bal” sürülürdü.
Öksürdüğümüzde hatme çiçeği, elma kabuğu, ıhlamur, karanfil, zencefil
kaynatılarak içirilir, sırtımıza tentürdiyotlu şişeler çekilirdi. Böbrek taşı,
idrar yaparken yanma ve ağrı olanlara, mısır püskülü, zeytin yaprağı, kiraz
sapı kaynatılarak içirilirdi. Çocuk doğuramayan kadınları kısırlıktan kurtarmak
için, ceviz yaprakları ile bazı otlar
karıştırılır, kaynatılır, Kalaylı bakır leğene konurdu. Çocuğu olamayan ya da kadın hastalıkları olan
kadınlar, o leğene oturtulurdu. Sıcak olan su nedeniyle, organları yanan
kadınlar bile olurdu…
Bu ve benzer sağlıkla ilgili
konularda yapılan o kadar çok yanlış örnek vardı ki. Hekim olarak, o günleri
anımsadıkça, komşularımızın, ailelerimizin yaptığı yanlışlara buruk bir acı ile
içim yanarak anımsıyorum. Kim bilir kaç kişinin canı yanmıştır bu yanlış davranışlar
nedeniyle? Yaşamları erkenden, toprak altında noktalanmıştır.
Doğudan batıya, güneyden kuzeye
Anadolu topraklarımızı çocuk ve halk sağlığı hekimi olarak dolaştım durdum
hizmet ve eğitim vermek için. Öğrettiklerimin yanı sıra, bilimsel kitaplarda
bile yazılmayan, ilginç yöntemler öğrendim. Bunlar arasında bitki kullanımı da
vardı. Kullanımlarda yanlışları çoktu. Doğruları anlatmaya çalıştım. Doğru olan
yöntemlerle ilgili bilgileri de not aldım. Bu arada, en doğru bilgiyi, Ayvalık ve
yöresinden beni davet eden öğretmen dostlardan öğrendim. Bandırma, Balıkesir
yöresinde gençlere “sigara-alkol-madde kullanımının riskleri” konusunda
konuşmalarımı yaparken de, çok şey öğrendim yöre halkından. Bildiğimiz zeytin
ve zeytinyağını kullananların sağlıklı ve uzun yaşadığını gözlerimle gördüm. Zeytin
yaprakları ile saçlarını durulayan kadınlarımızın saçları pırıl pırıldı. Kullanılmasında
sakınca olmayan otları da doğru-bilinçli kullanıyorlardı. Kaynatmıyorlardı.
10-15 dakika demleme yetiyordu. Çayı da 15 dakika demleyerek içiyorlardı. Çiğ
yeniliyordu doğru seçilmiş otlar. Salataya katıyorlar ya da öyle yiyorlardı.
Otlar gibi, ağaçtan elleriyle topladıkları meyveleri bile iyice yıkamadan
yemiyorlardı. Bilgilerime yenilerini
ekledim o toplantılarda. Mesleksel konuşmalarım sırasında ve dost sofralarda,
örnekler vererek paylaştım edindiğim bilgileri. Hala da paylaşıyorum.
Anadolu’nun arif insanlarının bitki kültürüne hayran kalmışımdır. Bilgime, Orta
Asyalı Türk Ata soyumun insanlarının bilgisi de eklendi, o ülkelere bilimsel
toplantılara gittiğim zamanlarda. Pek çok yararlı ilaçlarımızın doğru seçilmiş
bitki kaynaklı olduğu yadsınamaz. Bu konuda bilimsel çalışmalar artarak
sürmektedir…
Bitkileri kaynatarak kullanmanın
yanlış, demleyerek kullanmanın doğru olduğunu öğrendikten sonra, hekim olan
eşimin hayretle beni izlemesine karşın, ender de olsa, yararlı otları,
eczacılık alanında“Bitki Tedavi Bilim
Dalı (Fitoterapi) kurmuş olan, konunun uzmanlarından da onay alarak
kullanmaya başladım. Aşırıya kaçmadan, gerektiği zaman kullanmayı sürdürüyorum.
Umarım, çocukluğumdaki anılardan yola çıkarak, mesleksel bilgilerimizle,
bilimsel anlamda, toplumla paylaştığımız
doğru bilgilerin ışığında, yanlışımızı düzeltme şansını yakalarız. Takvim
yaşımız kaç olursa olsun, gerçek yaşımızın kanatları altında, sağlıklı yaşayalım,
her gün yeni ve doğru bilgilerle sağlıklı kalmayı başarabilelim. Yeter ki
isteyelim, yeter ki karar verelim. Doğruları çevremizle paylaşmaktan mutlu
olalım…