4 Eylül 2014 Perşembe

ANADOLU'DA HALK HEKİMLİĞİ


Yıldız Tümerdem
Anadolu’da Halk Hekimliği



Babamın görevi nedeniyle(subaydı) Diyarbakır- Mardin Kapı’da, Onur duyduğumuz şairimiz, Cahit Sıtkı Tarancı’nın doğup büyüdüğü evin (şimdi müze) bitişiğindeki evde doğmuşum. Yaşamımın ilk yılı İstanbul’da geçmiş. Çocukluğum ve ilk gençlik yıllarım da Başkentimiz Ankara’nın Hamam önü-Hacettepe semtinde geçti. Sonraları Hacettepe Tıp Fakültesinde, Çocuk Hekimi olarak görev yaptım. Akademik Yaşamım orada başladı. Hekim olan eşimi orada tanıdım. Hekim olan ilk kızım da Hacettepe’de doğdu. Hekim olan ikinci kızım da annesi gibi, Hacettepe’de, akademik yaşamına ilk adımını attı “Beni bu günlere getiren dingin yaşamımın temeli Hacettepe’de atıldı” dersem yalan olmaz…

İlkokullu yıllarımızda, hastalandığımızda, biz çocuklara, ilaç kullanılmadan önce değişik otlardan hazırlanmış çaylar içirilirdi. Bazıları lezzetli, bazıları da acı ve içilmeyecek kadar lezzetsiz olurdu. Bize zorla içirildiğinde, midemizin bulandığını, kustuğumuzu, karnımızın ağrıdığını, ishal olduğumuzu anımsıyorum. Mutfaklarımızın duvarındaki çivilere, içlerine kuru otlar konulan Amerikan bezi torbalar asılırdı. Aklımda kalan bitkiler; ıhlamur, papatya, rezene, kantaron çiçeği, zeytin yaprağı, kuşburnu, ısırgan, defne, nane, mısır püskülü, ayva yaprağı, elma kabuğu, anason, adaçayı yaprağı ve çiçeği, sinameki yaprağı, kiraz sapı, hatme çiçeği… Kavanozlarda saklanan karabiber, kırmızıbiber, çörek otu, kekik, keten tohumu, zencefil, karanfil vb. de, oldukça sık, kullanılırdı. Ön baharlarda kırlardan toplanarak salata ya da yemek olarak sofralarımızı donatan, ısırgan otu, ebe gömeci, labada, kuzukulağı, madımak, vb. çok sayıda ot vardı. Renkli olmayan, beyazımsı mantarlar da bunların arasında yer alıyordu. Otlardan yapılan yemekleri yedikten sonra, kusarak, ishal olarak hastaneye yatanları anımsıyorum. Ulus gazetesinden mantar yedikten sonra ölen çocukları öğrendikten sonra evimizde mantar yemeği pişmedi. Hiçbir yerde, doğal ortamdan toplanan mantarları yemez olduk. Hala da öyle. Mantarlar gibi, diğer otlardan yapılan yemekleri yiyemezdik. Hastalanıp ölmekten korkardık…

Çok iyi anımsıyorum o günlerimi. Hiç ama hiç unutmadım. Unutmak olası mı? Öylesine renkliydi ki. Yaşamımız tiyatro oyunu gibiydi. Kömür sobalarımızın üstünde, kalaylı bakır çaydanlıklarımızda ıhlamur yaprakları, çiçekleriyle birlikte en az 10-15 dakika kaynatılırdı. Kaynadıkça üstüne soğuk su konurdu. Rengi kırmızı olana kadar kaynatılırdı. Koyu kırmızı olması beklenirdi, nedense. Yalnız ıhlamur değil, tüm otlar kaynatılarak içilirdi. Çay dışında hiçbir ot demlenmezdi. Çay bile uzun süre demlenir, bittikçe çay konulur, sıcak su eklenirdi…

Boğazımız ağrıdığı zaman, kaynatılarak lapa haline getirilmiş keten tohumu, renkli pazen, beyaz patiska ya da Amerikan bezine sürülerek, ılık bir halde, boynumuza bağlanırdı. Boynumuzdaki bezlerle yatar, kalkardık. Okula bile bezlerle giderdik. Öğretmenlerimiz de bilirdi bu tedavi yöntemini.  Zeytinin ezilerek arkadaşlarımızın boynuna bezlerle sarıldığını, siyah önlüklerin beyaz yakalarından zeytinin yağının aktığını gördüğümde kahkahalarla gülerdim. Ağrıyan, şişen eklemlere Karadeniz bölgesinden getirtilen “deli bal” sürülürdü. Öksürdüğümüzde hatme çiçeği, elma kabuğu, ıhlamur, karanfil, zencefil kaynatılarak içirilir, sırtımıza tentürdiyotlu şişeler çekilirdi. Böbrek taşı, idrar yaparken yanma ve ağrı olanlara, mısır püskülü, zeytin yaprağı, kiraz sapı kaynatılarak içirilirdi. Çocuk doğuramayan kadınları kısırlıktan kurtarmak için,  ceviz yaprakları ile bazı otlar karıştırılır, kaynatılır, Kalaylı bakır leğene konurdu.  Çocuğu olamayan ya da kadın hastalıkları olan kadınlar, o leğene oturtulurdu. Sıcak olan su nedeniyle, organları yanan kadınlar bile olurdu…

 Boğaz ağrısında, zencefilli, tarçınlı salep içirilirdi. Saçı dökülenler, kaynatılmış zeytin yaprağı ile yıkalardı başlarını. Defne yağı ile yağlarlardı saçlarını. Saçkıranları olanların başına dövülmüş sabit sarımsak sürülürdü. Okulda sarımsak kokarlardı. Kabakulak olanları, mahallemizdeki hoca efendiye götürürlerdi. Anlayamadığım şeyler mırıldanarak, yüzümüze üfürerek, ağzımıza tükürerek, sabit kalemle yanaklarımıza yazı yazarak bizi eve gönderirdi. 40 gün yıkanmamamızı önerirdi. Ter kokardık ama korkumuzdan yıkanamazdık. Banyo olmadığı için odalarımızda, yüklük dediğimiz eşyaların konulduğu dolaplara benzeyen hamamlarda ya da kalaylanmış bakır leğenlerde yıkanılırdı. Şampuan yoktu, doğal sabunlarla yıkanır, evde örülmüş liflerle ya da su kabağının lifleri ile keselenirdik…

Bu ve benzer sağlıkla ilgili konularda yapılan o kadar çok yanlış örnek vardı ki. Hekim olarak, o günleri anımsadıkça, komşularımızın, ailelerimizin yaptığı yanlışlara buruk bir acı ile içim yanarak anımsıyorum. Kim bilir kaç kişinin canı yanmıştır bu yanlış davranışlar nedeniyle? Yaşamları erkenden, toprak altında noktalanmıştır.   

Doğudan batıya, güneyden kuzeye Anadolu topraklarımızı çocuk ve halk sağlığı hekimi olarak dolaştım durdum hizmet ve eğitim vermek için. Öğrettiklerimin yanı sıra, bilimsel kitaplarda bile yazılmayan, ilginç yöntemler öğrendim. Bunlar arasında bitki kullanımı da vardı. Kullanımlarda yanlışları çoktu. Doğruları anlatmaya çalıştım. Doğru olan yöntemlerle ilgili bilgileri de not aldım.  Bu arada, en doğru bilgiyi, Ayvalık ve yöresinden beni davet eden öğretmen dostlardan öğrendim. Bandırma, Balıkesir yöresinde gençlere “sigara-alkol-madde kullanımının riskleri” konusunda konuşmalarımı yaparken de, çok şey öğrendim yöre halkından. Bildiğimiz zeytin ve zeytinyağını kullananların sağlıklı ve uzun yaşadığını gözlerimle gördüm. Zeytin yaprakları ile saçlarını durulayan kadınlarımızın saçları pırıl pırıldı. Kullanılmasında sakınca olmayan otları da doğru-bilinçli kullanıyorlardı. Kaynatmıyorlardı. 10-15 dakika demleme yetiyordu. Çayı da 15 dakika demleyerek içiyorlardı. Çiğ yeniliyordu doğru seçilmiş otlar. Salataya katıyorlar ya da öyle yiyorlardı. Otlar gibi, ağaçtan elleriyle topladıkları meyveleri bile iyice yıkamadan yemiyorlardı.  Bilgilerime yenilerini ekledim o toplantılarda. Mesleksel konuşmalarım sırasında ve dost sofralarda, örnekler vererek paylaştım edindiğim bilgileri. Hala da paylaşıyorum. Anadolu’nun arif insanlarının bitki kültürüne hayran kalmışımdır. Bilgime, Orta Asyalı Türk Ata soyumun insanlarının bilgisi de eklendi, o ülkelere bilimsel toplantılara gittiğim zamanlarda. Pek çok yararlı ilaçlarımızın doğru seçilmiş bitki kaynaklı olduğu yadsınamaz. Bu konuda bilimsel çalışmalar artarak sürmektedir…

Bitkileri kaynatarak kullanmanın yanlış, demleyerek kullanmanın doğru olduğunu öğrendikten sonra, hekim olan eşimin hayretle beni izlemesine karşın, ender de olsa, yararlı otları, eczacılık alanında“Bitki Tedavi Bilim Dalı (Fitoterapi) kurmuş olan, konunun uzmanlarından da onay alarak kullanmaya başladım. Aşırıya kaçmadan, gerektiği zaman kullanmayı sürdürüyorum. Umarım, çocukluğumdaki anılardan yola çıkarak, mesleksel bilgilerimizle, bilimsel anlamda,  toplumla paylaştığımız doğru bilgilerin ışığında, yanlışımızı düzeltme şansını yakalarız. Takvim yaşımız kaç olursa olsun, gerçek yaşımızın kanatları altında, sağlıklı yaşayalım, her gün yeni ve doğru bilgilerle sağlıklı kalmayı başarabilelim. Yeter ki isteyelim, yeter ki karar verelim. Doğruları çevremizle paylaşmaktan mutlu olalım…




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder