31 Mart 2014 Pazartesi

GÜL DALINDA GÜZEL

Yıldız Tümerdem
Gül Dalında Güzel


Edebiyat-Sanat-Kültür ile ilgili değişik ve de çok yararlı konuları ele alarak,  bazen neşeli bazen fırtınalı irdeleyen toplantıların birinde; “Şiirin öyküsü olmaz” denildiğinde çok ama çok şaşırmıştı, çocukluğundan beri şiire sevdalı bir hekim olarak. Okuma yazmayı öğrendiği günlerde başlamıştı arkadaşlarıyla birlikte şiir yazmaya, resim yapmaya, sporla uğraşmaya. Öğretmenleriydi onları sanata, spora yönlendiren. Gerçek Cumhuriyet öğretmenleri idi tümü de. Yıllar yılı değişmemişti bu çocukça tutkusu. Şair olmadığını düşünürdü her zaman. Yazmayı seven bir hekimdi yalnızca. ABECE ile tanıştığı günlerde başlamıştı günlük tutma, anı-öykü ve şiir yazma tutkusu. Günlük tutuyordu. Onun için özel olan, heyecan verici anılarını öyküleştiriyor, dizeleştiriyor, günlüğünün sayfalarına yerleştiriyordu. Sonra onları öğretmeleri ve arkadaşları ile paylaşıyordu, heyecanla, mutlulukla. Yazılarının ve şiirlerinin her zaman bir öyküsü olmuştu, çocukluk günlerinden başlayarak. Gerçek yaşamının rüzgârları ile gelen sözcükler süslerdi satırlarını. Yazdıklarına; “bunlar da şiir mi, o da şair mi?” diyenler çıkacaktı elbette. Başkalarına yapıldığı gibi, eleştirel bir yaklaşımla, alaylı bir davranışla karşılaşabilirdi.  Bunlar onu hiç mi hiç üzmezdi. Kırılmazdı bu ve benzer davranışlarda ve söylemlerde bulunanlara. Canını da sıkmaz, keyfini bozmazdı. “Keyfim yerinde bu gün sen bile bozamasın” der geçerdi, bu ve benzer söylemleri düşlediğinde...

Hekimdi, mesleksel uğraşlarının yanı sıra, sanatsal çalışmalarına da zaman ayırıyor, okumak kadar yazmaktan da mutlu oluyordu. Kendisi için, kendini mutlu etmek için yapıyordu bütün bunları. Yollarda yazıyordu, çoğu kez de yalnız kaldığında yazıyordu.. Gerçeklere düşlerini de katıyordu yazarken, resim yaparken olduğu gibi… Mesleksel yazıları ve çalışmaları gibi bu tür uğraşlar da mutlu ediyor, dingin ve genç tutuyordu onu. Şiirlerinin hep öyküsü oldu, yazılarının olduğu gibi… Şiirlerinde yaşamla imge, imge ile düş dosttu, sarmaş dolaştı. Her satırda duyguları, düşünceleri, sevdaları, aşkları, anıları, imgeleri, gerçek yaşamında yaşadıkları / yaşamadıkları, yaptıkları / yapamadıkları vardı. Tümceleri yaşamını anlatırdı, noktasından virgülüne kadar onun olan ve çevresi ile paylaştığı, çok sevdiği yaşamını. Günlüğünün bir köşesine; “Gülün ne özelliği kaldı, ne güzelliği  /Gül dalında güzeldi koparıldı  /Gül sevgiyle özeldi / Her gülene verildi / Ve de değeri bitti” sözcüklerini yerleştirdiği o günü hiç ama hiç unutamadı. “Gül Dalında Güzel” adını verdiği, her okuyuşunda gözleri uzaklara takılır, dudakları mutlulukla karışık bir özlemle gülümserdi.  Şiirinin, diğer dizelerinden farklı bir öyküsü vardı. Meslektaşları olan genç hekimlerin ve öğrencilerinin öyküsü gizliydi bu dizelerde. Tıp fakültesinde, öğrencisi olan iki kızı gibi tüm öğrencileri onun çocukları, dostları, meslek arkadaşları ve bilgisini severek paylaştığı geleceğinin gurur kaynağı oluyorlardı her zaman. Fakültelerde, pek çok eğitici öğrencilerinin isimlerini bilmek şöyle dursun, yüzlerini bile anımsamazlardı. Oysa topluma yönelik uzmanlığı nedeniyle öğrencileriyle, kalabalık sınıflarda bile birebir ilgilenirdi. Büyük gücün ona verdiği bir şans olarak görürdü bütün bunları. Öğrencilerinin arasında çok nitelikli, yaşlarından olgun, çok okuyan, gerçekten iyi yetişmiş olanlarının ayrı bir yeri vardı onun yanında… Birlikte gerçekleştirdikleri bilimsel araştırmaları, kongrelerde onların sunmasını yeğler, öyle de yapardı. Öğrencileri arasında öyleleri vardı ki, onlar için; oğlum olsa ancak böyle yetiştirebilirdim diye düşünürdü. Düşüncesini onlarla da paylaşırdı ve sevgi dolu bakışlarını görmekten de mutlu olurdu…

İşte böyle düşündükleri arasında bilimsel oğul dediği öğrencilerinden biri, Tıp Fakültesini bitirip uzmanlık çalışmalarına başlamıştı. Nitelikli bir hekimdi. Güzel konuşur, edebiyatla ilgilenir, fırsat buldukça, meslek dışı ilginç kitaplar okurdu. Öğrencileriyle sohbetleri sırasında mesleklerinin dışında, sanatsal söyleşileri de olurdu. Bazen bir yerlerde toplanır bir sazın tellerinden dökülen şarkılar söylerler, bir gitarın eşliğinde şiir okurlardı hep birlikte. Yaşam onlar için ekip olarak değerliydi, yaşanmaya değerdi ve mutluluktu. Fakülteyi bitirenler değişir, yöntemi değişmezdi. Yıllar sonra bir yerlerde, bir üniversiteyi ya da bir fakülteyi yöneten, bir yerlerde yönetici ya da uygulayıcı hekimlik hizmetlerini yürüten, hemşirelik alanında başarılı olan öğrencisi ile karşılaştığında, kendilerini tanıtmaları, içten bir sevgi ile hocalarını kucaklamaları, bulundukları ortamlara aldırmadan, çocuksu bir davranışla öğrencilik günlerine dönüşleri, mutlu eder, kirpiklerini ıslatır, gururlandırırdı. Yaşamda örneği tek olmayan bir davranışı sergileyen bu öğrencisi çok beğendiği, kendi gibi yetenekli ve nitelikli bir okul arkadaşının kendisini eş seçmesi için büyük uğraş vermiş ve başarmıştı. Zorunlu hizmet için gittiği Doğu Anadolu’nun kuş uçan kervan geçen yerlerinde bile onu yalnız bırakmamıştı. Özveri ile terleyerek seçtiği eşi de ondan öte akıllı ve yetenekli bir öğrencisi idi. Öğrencilik yıllarında sağlık çalışmaları sırasında, gecekondu bölgelerindeki okullarda çocukları titizlikle muayene eder, çevresi ile sıcacık dostluklar kurardı. Karakteri kadar fiziği de düzgündü. Hocalarının olduğu kadar, erkek arkadaşlarının da beğenisini kazanmıştı. Çok çalışkan ve disiplinli idi. Uzmanlık sınavını ilk girişte kazanmış, eğitimini zamanında başarı ile tamamlamıştı. Onun bu halini, öğrencilik yıllarındaki kendine benzetirdi…

Hekimlik eğitim programları sırasında, yalnızca fakültenin dört duvarı arasında sürdürmezlerdi çalışmalarını. Asistanları ve öğrencileriyle birlikte gerçekleştirdikleri bilimsel çalışmalarını, araştırmalarını bilim evreni ile paylaşmak için kongrelere de birlikte katılırlardı. Bilimsel çalışmalarının yanı sıra, akşamları da eğlenmesini bilirlerdi. Öğrencileri ve meslek arkadaşlarıyla, yemyeşil şipşirin bir Anadolu kentinde yapılan bir kongreye katılmışlardı. Akşam, özenle giyinerek hazırlanmışlar, açılış kokteyline katılmışlardı. Hepsi de neşeliydiler. Bir o kadar da heyecanlı idiler… Sohbetler keyifliydi. Fotoğraflar çekiliyordu gruplar oluşturularak. Gülüyor, şarkılar söylüyor, dans ediyorlardı. Tek sözcükle yaşamı / sevgiyi / dostluğu / arkadaşlığı / sıcacık yaşamsal bir havayı yakalamışlardı… Tek sözcükle; “ yaşamı yakalamışlardı, her zaman olduğu gibi. “ Sözünü ettiği öğrencisi, bir ara, çelenklerden birinden bir kırmızı gonca gül alıp, saygılı bir biçimde, sıcak bir tebessümle uzattı. “ Gül size çok yakışacak hocam, izin verirseniz yakanıza takmak isterim” diyerek ceketinin, beyaz ipek mendilli cebine alkışlar arasında yerleştirdi gülü… Arkadaşları; “ Oooo!!! Seni gidi zeytinyağcı seni, sınava az kaldı ama hocamızı kırmızı gonca gülle kandıramazsın, çalış abi çalış” sözleri ile takılıyorlardı ona. Birbirlerini çok seven, birbirlerine destek olan öğrencilerinin / genç meslek arkadaşlarının bu neşeli, sıcak davranışlarını severdi, gülümseyerek dinlerdi onlar, her zaman. Toplantılarda, öğretim üyesi arkadaşları özenerek seyrederlerdi ekibin bu çağdaş ve güzel birlikteliğini…

Genç Meslek Arkadaşları ile birlikte, yeni bir bilimsel çalışma ile Uluslararası bir kongreye daha katıldılar. Sözünü ettiği öğrencisi de aralarında idi. Birden uzaktan, sınıf arkadaşını görerek izin istedi, onun yanına gitmek için. Hoş giyimli, alımlı idi uzaktan gülümsediği arkadaşı. Kucaklaştılar ve sıcak bir sohbete başladılar. Besbelli uzun süre görüşmemişlerdi birbirlerini… Birden konuşmasını yarıda keserek, kız arkadaşının yanından ayrılarak onlara doğru yürüdü, her zamanki gülümsemesiyle. Aralarına katılacağını zannederek onun geldiği tarafa baktılar hep birlikte… Onu bekliyorlardı, öğle yemeğine gitmek için. Oysa ekibin yanında duran çelenkten bir kırmızı gonca gül alarak kız arkadaşına doğru yöneldi. Ne yapacağına bakıyordu arkadaşları merakla. Gülü; hocasına uzattığı günkü yüz ifadesi ve belli belirsiz bir gülümseme ile kız arkadaşına bir şeyler söyleyerek uzattı ve ceketinin yaka cebine yerleştirdi. Bir farkla onun ceketi kırmızı değildi. Bir farkla o arkadaşı idi hocası değildi. Öğrencileri; “hadi gel yemeğe gidiyoruz dediklerinde; “ siz gidin, afiyet olsun” diyerek uğurladı arkadaşlarını ve saygı ile selamladı hocasını. Ekip, keyifli bir biçimde istiklal caddesine yöneldi…

Yazmak ilkenizse, yerleşmişse içinize sözcükler, kimsenin algılayamadıklarını algılar, çevrenizdeki her şeyi değerlendirirsiniz. O anda her zaman yaptığı gibi, çantasından eksik olmayan çizgili not defterini ve kurşun kalemini çıkarıp başladı yazmağa, öğrencileri keyifle yemeklerini yerken onlara belli etmeden. Bir şiirin taslağı çıkıverdi ortaya hemen oracıkta… Eskilere doğru uzun bir yolculuğa çıkıverdi anıları ile… Geçmişte de ne çok şiir yazmıştı bu ve benzeri yaşanmışlar için… Peçete kâğıdına, masadaki boş sigara kutularına yazdığı şiirler sanki masamın üstünde dolaşıyorlardı. Bu kez de öyle yaptı. O anda gülü verenle, sol parmağında parlayan pırlantaların göz kamaştırıcı renklerinin onlara yansımasından, evli olduğunu düşündükleri, yakası kırmızı güllü genç hekimi ve herkesin gözdesi olan, tüm evlenme tekliflerini eş seçtiği arkadaşı nedeniyle geri çeviren çok sevdiği, nitelikli kız öğrencisini düşündü ve içi acıdı, kahroldu. İçindeki ses erkek öğrencisinin, ileride, bilinmeyen bir tarihte, benzer yanlışlarla gerçekten değerli olan eşini kaybedebileceğini söylüyordu. Çünkü; genç erkeklerin pek çoğu gibi, o da evlenmişti, evlilik denen kutsal birlikteliği kanıksamıştı. Heyecan aramalıydı. Gençti, sağlıklıydı. Fiziği yüz üzerinden doksandı ona göre. Çevresi güzel ve cazip kadınlarla doluydu ve ona gülücükler dağıtıyorlar, karşısında göz süzüyorlar, kırıtıyorlardı. Onurlu bir mesleği vardı. Sakal tıraşından sonu kokular sürer, pahalı ve şık giyinirdi. Son model araba ile dolaşırdı. Yetmez mi idi gününü gün etmek için bütün bunlar?  Hem, erkeğin şanındandı! çapkınlık… “kadının yüzü karası, erkeğin elinin kınası” demiyor muydu Anadolu insanı çapkınlık yapan erkeklere arka çıkarak… Bu düşünceler içinde çırpınıp durdu, bir süre önündeki salata tabağına dalgın bakarak…

Geleceği gören, düşüncelerinin ardında dururdu her zaman. Gelecekle ilgili kanıt almış düşüncelerinin özünde deneyimleri vardı. Gelecekte olabilecekleri, önsezi ile arkadaş olarak seçtikleri, dost bildikleri için de duyumsamış ve yaşamıştı da. Bu kez de öyle olmuştu. Bilimsel oğul dediği sevgili öğrencisi, dingin ve doğru yaşamını, geleceğini, sağlığı için çok değerli olan doğru bir seçim yaparak seçtiği meslek arkadaşını / eşini elinden kaçırmıştı bu olaydan bilmem kaç yıl sonra, bilemediği / öğrenemediği / öğrenmeyi istemediği bir nedenle. Ayrıldıklarını yıllar sonra sınıf arkadaşlarından öğrendiğinde hiç şaşırmadı. Kongre günlerini, o günlerdeki sezilerini anımsadı... Sıradanmış gibi oluşan olayların ardında yatan gerçeğin nedenlerini sıraladı içinden… Sonuç hep aynıydı, değişmiyordu bir bakıma… Yaşam bir oyundu, bazen güldürü bazen de dram… Üstünde durmaya bile değmezdi. Değer bilmeyen kim / kimler varsa çöpe atılmalıydı bir an bile düşünmeden, üstünde bile durulmadan. Evet! Her zaman, her koşulda ve her yerde böyle yapılmalıydı. Doğru olan da bu idi.
                                                        
Günlüğümden- Bir Şiir -Bir Anı- Bir Öykü

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder