Yıldız Tümerdem
Anadolu Topraklarından
Selam
Görünce kıraç topraklarını Anadolu’mun
/ yeşile sevdam alevleniyor
Susuz ırmakların yalnızlığında / maviye özlemim artıyor
Sağlıksız çocukların / tükenmiş anaların / yoksun babaların / çaresiz
bakışlarında
Yokluğunu yaşıyorum hekimliğimin / varlığıma
isyan ederek.
Yolunuz Güneydoğu Anadolu topraklarına düşmediyse düşsün derim. Gerçek dostlarım
olan özgür doğa kuşları olan turnalar, leylekler, kartallar, şahinler,
atmacalar ve doğanların yanı sıra, insanlarla iç içe yaşamayı öğrenmiş güvercinler,
kargalar, kırlangıçlar uçuyor oralarda özgürce. Yol boyunca, madenlerin
renklendirdiği sıra dağların oluşumunu düşünüyorsunuz, tırmanmak istiyorsunuz yalçın
kayalıklara, dumanlı tepelere. Kervanların yerine dört tekerlekli araçlarla dolaşabiliyorsunuz,
her yeri, köyleri, mezraları, kent merkezlerini, ören yerlerini. Nerede kalacağınızı
sorgulamadan, eskilerde atlarımızı, katırlarınızı, eşeklerimizi bağladığımız,
bu gün konuklarını ağırlayan, çağdaş görünümlü tarihi hanlarda bile konaklama
şansını yakalayarak, bütçenizi zorlamadan yapabiliyorsunuz yolculuğunuzu,
keyifle ve güvenle. Olağandışı güzelliklerle donanımlı Anadolu topraklarımızı
tanıdıktan sonra neler kazanacağınızı bir bilseniz. Hayal bile edemezsiniz
inanın, hayal bile.
Günlük gazetelerin bol taksitli ve albenili tanıtımlı, Uzak doğu, Afrika,
Amerika Avrupa vb. gezilerini öneren ilanların peşine düşmeden önce, bir soluk
durup düşünelim, bir kez daha. “Önce Anadolu
topraklarımızı gezip görelim, Ülkemizi aydın yüreğimiz ve dingin beynimizle, tanıyalım” derim. Okullu
yıllarımızda, coğrafya kitaplarından öğrendiğimiz dağlarımızı, ovalarımızı,
ırmaklarımızı, kıraç topraklarımızı, tarih ve sosyoloji kitaplarından
öğrendiğimiz kentlerimizi, köylerimizi, ören yerlerimizi, insanımızı, tek
sözcükle, kendi gerçeklerimizi öğrenelim, yüzleşelim kendimizle, görerek
öğrendiklerimizi paylaşalım çevremizle. Anadolu topraklarımızı gerçek aydınlar
olarak tanıyalım. Yalnızca Güneydoğu Anadolu Bölgemizi değil, doğudan batıya, kuzeyden
güneye, topraklarımızı karışlayarak dolaşalım. Üçüncü gözümüzle-gönül gözümüzle görelim bizim ayrılmaz parçamız
olan tarihsel ve yaşamsal gerçeklerimizi. Sıcacık duygularla bize gülümseyen,
yediden yetmişe, kadın erkek ayırımı gözetmeden, insanlarımızı tanıyalım,
onlarla kucaklaşalım içtenlikle, sevgiyle ve de saygıyla.
Ne dersiniz, denemeye değmez mi? Değer
diyorum, bir uçtan ötekine ülkesini yıllardır hizmet vererek dolaşan, öğrettiğinden
çok öğrenen, insanımızı, doğayı dört mevsim ile birlikte kucaklamış bir hekim olarak
değer
diyorum. İlk kez lise yıllarımda tanıştığım, son yıllarda altını çizerek,
keyifle okuduğum, Evliya Çelebi Seyahatnamesi
çok şey öğretti bana. El büyüklüğünde, kitapların,
sararmış devasa sayfaları arasında dolaşırken, sözlük kullanarak anlamaya
çalıştığım neşeli tümceleri okurken, gündüz hayalleri kuruyor, anlatılan yerlerde
dolaşarak, oraların insanları ile birlikte yaşayarak, eskitiyordum yıllarımı,
yaşlanmadan. İlk gençlik yıllarımda, Evliya
Çelebi, sonraki yıllarımda, Halikarnas
balıkçısı olarak bilinen Cevat Şakir
ve eserlerini soluksuz okuduğum Azra
Erhat'ın yerinde olmayı imgelediğim İdollerim oldular. Anadolu’yu bir baştan ötekine
dolaşmak, damdan dama atlayan kedilerin donduğu Erzurum karları ve soğuğu ile
boğuşmak isterdim. Beyaz badanalı, iki katlı, kayrak taşlı Bodrum evlerinin
süslediği yerlerde konaklamak isterdim. Teknelerle mavi dalgaların arasında,
balık sürülerini selamlayarak, teknenin ardındaki beyaz köpüklere yansıyan
güneşin ışıkları ile oluşan gök kuşağının büyülü renklerinde Tanrısal
Aşkı yakalamak isterdim. Bütün bunları, onların gözleri ile görerek,
onların kalpleri ile severek, bire bir yaşayarak, yazmak isterdim. Kendimle
kaldığım saatlerde sorduğum soru şöyle olur; “yakalayabildin mi acaba imgelerindeki yaşamının bir anını bile?”. Sessiz
bir gülümseme ile uzaklara takılı kalmış gözlerdeki gizemli ışıkta saklı kaldı
bu sorumun yanıtı.
Günümüzde, Anadolu’muzu her yönü ile ele alarak anlatan çok sayıda değerli
kitap var. Ancak, yalnızca okumak yeterli olmuyor, okurken imgelediğiniz o
yerleri görmek, bir süre oralarda yaşamak da gerekiyor. Her zaman gizemlerini
koruyan kutsal beldeleri, doğa harikalarını, yeni bir yüz yılda değişen yüzleri
ile görmek, insanlarını tanımak istemez misiniz? Eskiyi yeni ile birlikte dolu,
dolu keyifle yaşayarak, yaşamı yakalamak, kazanılabilinecek en güzel ödül
kanımca. Yıllardır, bana sunulan bu ödülü elimden geldiğince değerlendiriyor, yaşadıklarımı,
karınca kararınca, çala kalem yazıyorum. Yeniden o günlere, o günkü yaşımla ve
konumumla, dönerek yaşamayı, Kırmızı Erk
Koltuğuna oturmanın ötesinde, Tanrısal
Ödül olarak niteliyorum. Anadolu’muzun Ariflerinin; “ çok gezenin çok okuyandan daha çok bildiğini “anlatan sözlerindeki
gerçek göz ardı edilmemeli. İnsanı aydınlatan yapıtları okumak ve görülmesi
gereken yerleri gezmek, yaşam felsefemiz olmalı. Böyle düşünerek yaşamak,
yaşamı yakalamak, bir şans kanımca.
Denemelerini önerdiğim, gerçek dostlarıma; “ karar yine de sizlerin derim”
içtenlikle. Evet;
“Görünce kıraç topraklarını Anadolu’mun
yeşile sevdam alevleniyor. Susuz ırmakların yalnızlığında, maviye özlemim
artıyor. Sağlıksız çocukların, tükenmiş
anaların, yoksun babaların çaresiz bakışlarında yokluğunu
yaşıyorum hekimliğimin, varlığıma isyan ederek.
Başkaldırımı Hekimce noktalıyorum.
Umutlarımı taptaze tutarak, Hipokrat’ın
bizlere bırakıtı Mesleksel Andımıza yakışır çalışmalarımı, bıkıp usanmadan, aralıksız
sürdürüyorum.
Günlük-gezi notları- ŞIRNAK- İdil-
26 Ağustos 1997
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder