21 Mayıs 2014 Çarşamba

İĞDE ÇİÇEKLERİNİN KOKUSUNU ÖZLÜYORUM


 

Ne zaman yollara düşse, elindeki kalem yalnız bırakmıyor, duygularını mutlaka çizgili defterleri ile paylaşmasını istiyordu. İyi ki de istiyordu. Yoksa şimdiki kendisi olabilir miydi? Bu kez de iğde çiçeklerinin büyülü kokusu yayılıyor vazgeçemediği hayal evrenine. Dikeni batmıyor, gerçek yaşamındaki dingin yüreğini kanatmıyordu ama sarıçiçeklerle büyüleniyordu. Öğrencilik günlerinde olduğu gibi, güzel anıları yanı başındaydı ve gülümsüyorlardı sessizce…

Yıl 1981…Haziran’ın ilk günleri, baharın bitimini izleyen o günlerde, doğa öylesine büyüleyiciydi ki… Bir haftadır Ankara’daydı. Önemli bir toplantıya katılmak için geldiği kent değişmişti sanki. Onun yaşadığı günlerde, yürüdüğü yollarda gölgelenen ağaçlar büyümüştü, rengârenk, çok katlı, yeni evler süslüyordu Başkentin bir zamanlar yemyeşil olan, sulağında leyleklerin boy gösterdiği uçsuz bucaksız kırsalını. Hafta sonu için ailesinin yanına dönüyor, hafta başında yeniden dönmek için yola koyuluyordu. O gün İstanbul’daki evine dönmek için hava alanı yolundaydı. Uçağı akşam saatlerinde kalkacaktı. Onu yolcu etmek için gelmek isteyen, yıllardır görmediği, toplantıda karşılaştığı, eskimeyen bir dostu, sınıf arkadaşının isteğini geri çeviremedi ister istemez. Arkadaşı, o güne kadar görmediği, yol üzerindeki çubuk barajını ona göstermekte kararlı idi. İlk kez Çubuk Barajının iğde ağaçları ile süslenmiş patikadan yolunda yürüyorlardı. Belleklerine takılı, üniversiteli yıllarının gençlik kokulu duygularını da almışlardı yanlarına sanki. O günlerin heyecanı ile dolu olduklarını biliyorlar ama belli etmiyorlardı birbirlerine. Birbirlerini görmedikleri günlerindeki yaşamları ile ilgili soru sormama konusunda kararlı gibiydiler. Gerçek yaşamları izin vermiyordu bu sorulara besbelli. Eskimeyen, gizemli bir sevdanın esintisine izin vermiyordu şimdiki gerçek yaşamları. Yalnızca sıcacık bir dostluk rüzgârı esiyordu aralarında. Bu rüzgâr bile yetiyordu iğde çiçeklerinin kokusu ile onları eskimeyen eski günlerine götürmek için…

Aydın beyinleri, dingin yürekleri dostluğu öne çıkarıyor, okullu yılların bitimsiz özlemlerini eksiltmeden sunuyordu sanki… Titreyen bir el, sarıçiçekli bir dal koparıyor, kim bilir kaç yıldır o yolları gölgeleyen, bol dikenli iğde ağacından… İç açıcı kokusu ile sarhoş olduğunu belli etmeden, dikkatle uzatıyordu iğde dalını, buruk bir sevgiyle, yorum yapmadan, yitimsiz bir hüzünle… İki insanın geçmişi geri getiren genç bakışları, bir an takılı kalıyordu birbirine… Hepsi o kadar…

Hava harikaydı, duygular yoğundu. Gözlerde hep o sönmeyen-bitimsiz ışık vardı Yol uzun ve aydınlıktı. Gençlik günlerinin doludizgin duyguları bir çift kanadın sesi ile uzaklaşıyordu yanlarından eskilerde olduğu gibi. Uzaktan, bir el veda ediyordu geçmişe, bu güne ve geleceğe, yitimsiz bir sevgi ile... Buğulu bir camın ardından, erişemediği, o yaşanması düşlenmiş ama yaşanmamış geçmişe uzanaraktan... Hüzün dolu gözler, bulutların ötesinden yansıyan güneşin ışıklarıyla, Başkentin tepelerinden iki insanın yüreğine ve beynine bir kez daha yerleşiyordu kimseye görünmeden, sessizce... Yaşam gerçekti, yadsınamazdı…


Özlüyorum

İğde çiçeklerinin kokusu hep gönlümde
                                Her zaman seyrettiğim yolları özlüyorum
Eskimiş sokaklarda eskimemiş duygular
                       Baharın sıcaklığı sihirli bakışlarda
Anıları yaşatan başkenti özlüyorum.

Oya gibi işlenmiş günleri özlüyorum
                       Gözlerime yerleşmiş gözleri özlüyorum
İçimde filizlenen bahar çiçeklerini
                      Göç yollarından dönen kuşları özlüyorum.
                                        
 O köydeki pınarı su içtiğim tasları
                 Özgürlüğü kısıtsız koşan doruk atları
Bana beni anlatan gerçekleri yaşatan
                      Düşlerde sakladığım öz beni özlüyorum.

  • Günlük-Başkent Notları-Haziran 1981- Çubuk Barajı-

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder