Ne zaman yollara düşse, elindeki kalem yalnız bırakmıyor, duygularını mutlaka çizgili defterleri ile paylaşmasını istiyordu. İyi ki de istiyordu. Yoksa şimdiki kendisi olabilir miydi? Bu kez de iğde çiçeklerinin büyülü kokusu yayılıyor vazgeçemediği hayal evrenine. Dikeni batmıyor, gerçek yaşamındaki dingin yüreğini kanatmıyordu ama sarıçiçeklerle büyüleniyordu. Öğrencilik günlerinde olduğu gibi, güzel anıları yanı başındaydı ve gülümsüyorlardı sessizce…
Yıl 1981…Haziran’ın ilk günleri, baharın bitimini izleyen o günlerde, doğa
öylesine büyüleyiciydi ki… Bir haftadır Ankara’daydı. Önemli bir toplantıya
katılmak için geldiği kent değişmişti sanki. Onun yaşadığı günlerde, yürüdüğü
yollarda gölgelenen ağaçlar büyümüştü, rengârenk, çok katlı, yeni evler
süslüyordu Başkentin bir zamanlar yemyeşil olan, sulağında leyleklerin boy
gösterdiği uçsuz bucaksız kırsalını. Hafta sonu için ailesinin yanına dönüyor,
hafta başında yeniden dönmek için yola koyuluyordu. O gün İstanbul’daki evine
dönmek için hava alanı yolundaydı. Uçağı akşam saatlerinde kalkacaktı. Onu
yolcu etmek için gelmek isteyen, yıllardır görmediği, toplantıda karşılaştığı,
eskimeyen bir dostu, sınıf arkadaşının isteğini geri çeviremedi ister istemez.
Arkadaşı, o güne kadar görmediği, yol üzerindeki çubuk barajını ona göstermekte
kararlı idi. İlk kez Çubuk Barajının iğde ağaçları ile süslenmiş patikadan yolunda
yürüyorlardı. Belleklerine takılı, üniversiteli yıllarının gençlik kokulu
duygularını da almışlardı yanlarına sanki. O günlerin heyecanı ile dolu olduklarını
biliyorlar ama belli etmiyorlardı birbirlerine. Birbirlerini görmedikleri
günlerindeki yaşamları ile ilgili soru sormama konusunda kararlı gibiydiler. Gerçek
yaşamları izin vermiyordu bu sorulara besbelli. Eskimeyen, gizemli bir sevdanın
esintisine izin vermiyordu şimdiki gerçek yaşamları. Yalnızca sıcacık bir dostluk
rüzgârı esiyordu aralarında. Bu rüzgâr bile yetiyordu iğde çiçeklerinin kokusu
ile onları eskimeyen eski günlerine götürmek için…
Aydın beyinleri, dingin yürekleri dostluğu öne çıkarıyor, okullu yılların
bitimsiz özlemlerini eksiltmeden sunuyordu sanki… Titreyen bir el, sarıçiçekli
bir dal koparıyor, kim bilir kaç yıldır o yolları gölgeleyen, bol dikenli iğde
ağacından… İç açıcı kokusu ile sarhoş olduğunu belli etmeden, dikkatle uzatıyordu
iğde dalını, buruk bir sevgiyle, yorum yapmadan, yitimsiz bir hüzünle… İki
insanın geçmişi geri getiren genç bakışları, bir an takılı kalıyordu birbirine…
Hepsi o kadar…
Hava harikaydı, duygular yoğundu. Gözlerde hep o sönmeyen-bitimsiz ışık
vardı Yol uzun ve aydınlıktı. Gençlik günlerinin doludizgin duyguları bir çift
kanadın sesi ile uzaklaşıyordu yanlarından eskilerde olduğu gibi. Uzaktan, bir
el veda ediyordu geçmişe, bu güne ve geleceğe, yitimsiz bir sevgi ile... Buğulu
bir camın ardından, erişemediği, o yaşanması düşlenmiş ama yaşanmamış geçmişe
uzanaraktan... Hüzün dolu gözler, bulutların ötesinden yansıyan güneşin
ışıklarıyla, Başkentin tepelerinden iki insanın yüreğine ve beynine bir kez
daha yerleşiyordu kimseye görünmeden, sessizce... Yaşam gerçekti, yadsınamazdı…
Özlüyorum
İğde çiçeklerinin kokusu hep gönlümde
Her
zaman seyrettiğim yolları özlüyorum
Eskimiş sokaklarda eskimemiş duygular
Baharın sıcaklığı sihirli
bakışlarda
Anıları yaşatan başkenti özlüyorum.
Oya gibi işlenmiş günleri özlüyorum
Gözlerime
yerleşmiş gözleri özlüyorum
İçimde filizlenen bahar çiçeklerini
Göç yollarından
dönen kuşları özlüyorum.
O köydeki pınarı su içtiğim tasları
Özgürlüğü kısıtsız
koşan doruk atları
Bana beni anlatan gerçekleri yaşatan
Düşlerde
sakladığım öz beni özlüyorum.
- Günlük-Başkent Notları-Haziran 1981- Çubuk Barajı-
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder