30 Mayıs 2014 Cuma

SAĞLIĞIMIZ

Yıldız Tümerdem*

Toplumun Ciddi Sağlık Sorunları ve Çözüm Yolları
İlk On Ölüm Nedeni


Dünyada her şey ama her şey değişiyor… Yeni Hastalıklar tanımlanıyor. “Tansiyon yüksekliği, Şeker Hastalığı(diyabet), Şişmanlık(obesite)tan oluşan üçlüye; Metabolik Sendrom” deniliyorGeçmişte böyle bir hastalık tablosu vardı da biz mi bilmiyorduk? Sorusunu yanıtlamamız gerekiyor


Evrendeki değişimin özünde, bilimsel anlamda; Fiziksel-Kimyasal( çevresel kirlilikler) ve Biyolojik( bitkisel-hayvansal kaynaklı) Çevrenin varlığı yadsınamaz… Evrenin yaşamsallığını sağlayan çevreye olumlu ya / ya da olumsuz etki yapan da yine insanoğlunun Toplumsal-Sosyal Çevre’sidir… Bu çevrede; Bireysel ve Ailesel yapılanmanın yanı sıra Yöresel-Kentsel ve Evrensel yaşam koşulları da vardır… Toplumsal çevredeki denge, birey ve toplumun Ruh Sağlığını olumlu etkiler… Kalıtsal olarak ruhsal hastalıklara, özellikle de bozukluklara yatkınlık olsa bile, bireyin sosyal yaşamla olumlu etkileşimi, genetik yapıdaki olumsuzlukları baskılayarak hastalık ve bozuklukları önleyebilmektedir…

Gelişen Teknoloji nedeniyle insan, daha rahat yaşayabildiğini zannetmektedir… Oysa kimyasal atıklar fiziksel çevreyi olumsuz olarak etkilemekte, soluklanan havayı ve kullanılan suyu kirletmektedir… Toksik-zehir saçan-maddeler, hücrelerin yapısını, özellikle de hücrenin çekirdeğindeki DNA’yı bozmakta, Atipik hale getirmektedir… Bunun anlamı da insan bedeninde değişik yerlerde ve zamanlarda oluşan kanserlerdir.

Temiz Hava ve Temiz Su: sağlıklı yaşamın özüdür… Sağlıklı Koşullarda ve Doğal Yöntemlerle yetiştirilen Bitkiler ve Hayvanlar, temiz su ve temiz hava kadar sağlıklı yaşamın, özellikle de sağlıklı beslenmenin vazgeçilmez temel öğeleridir… Biyolojik Çevrenin olumsuzluğu vücudun hücre yapısını bozar ve kimyasal maddelerde olduğu gibi, değişik türde Kanserlere neden olur… Görüldüğü gibi, kanserlerin oluşumu çok etkenlidir. Kalıtımsal riskten öte çevrenin olumsuzluğu önde gelen nedendir…

Birey olarak İnsan; yaşam yolculuğuna kadındaki Yumurta Hücresinin erkekteki Sperm Hücresi ile karşılaşıp, birleşmesi ile yola çıkmaktadır. 46 Kromozomlu insan yavrusu, anne Rahim’inde kaldığı 40 hafta boyunca, anne ve babanın soyundan gelen genetik mirasın yanı sıra, annenin beslenmesi, hastalıkları ve günlük yaşam koşullarından da etkilenerek büyümekte ve gelişmektedir… Bu büyüme ve gelişme sağlıklı ya da sağlıksız olacaktır…

Günümüzdeki teknolojik gelişim, doğmadan önce bile bireyin sağlıklı olup olmaması ile ilgili bilgi alınmakta, kan uygunsuzluğunda kan değiştirilmekte, ameliyatlar bile yapılmaktadır. Anomali olduğunda, Etik Kurul kararları ile bebeğin doğumu önlenmekte, doğmadan önce, 4 ayın sonunda cinsiyet tayini yapılmaktadır… Bu ve benzer uygulamalar, insanın sağlıklı yaşamı ve geleceği için önemli kararlardır… Görülüyor ki günümüzde, anne rahmine yerleştiğimiz andan başlayarak sağlıklı yaşamamız için gereken koşulların sağlanabilmesi artık zor değil… Doğduğumuz an, doğum yaptığımız yerden başlayarak,  evrensel çevremizin olumlu etkisi, uzun ve sağlıklı yaşama şansımızı olumlu olarak etkiliyor… Önemli olan evrende bu olumluluğu sağlayacak koşulları yaratabilecek sistemi oluşturabilmek…

Dünya Sağlık Örgütü (WHO), yıllardır bütün dünya ülkelerinde, sağlıkla ilgili verileri değerlendirerek gereken önlemleri alma konusunda ciddi çalışmalar yapmaktadır… Uluslar arası Çocuklara Yardım Fonu(UNİCEF), dünya çocuklarının, anne karnından başlayarak sağlıklı ve uzun yaşamaları için önleme yönelik çalışmalar yapmaktadır.

WHO çalışmaları ile ırksal yapı-cinsiyet- yaş- yaşanılan Anakara(kıta) vb. durumlarda ayırım gözetmeden tüm dünyada insanları öldüren ilk 10 Ölüm Nedeni istatistiksel verilerle ortaya çıkarmıştır… Yeni bir yüzyılda da ölüm ve hastalıklar değişmemiştir… Hastalıklara özgü sayısal-oransal değerler azalmamış,  katlanarak artmıştır… Dünde olduğu gibi bu gün de Kadın; adeta Kuluçka Makine’ si gibi doğurmakta, tüm uğraşlara karşın dünyada nüfus patlaması sürüp gitmektedir… Nüfus artışındaki dengesizlik özellikle de, gelişmekte olan ülkelerde Yetersiz-Dengesiz Beslenme- Malnütrisyon ve Açlığa( Starvasyon) yol açmaktadır… Bunlara bağlı olarak; cılızlık, bodurluk, vitamin ve mineral yetersizliklerine bağlı kansızlık, deri döküntüleri, görme bozuklukları, körlük, kemik hastalıkları, havale nöbetleri vb. ortaya çıkabilir…  Anomaliler gelişebilir, ölümler görülebilir… Doğumlarda ve doğum sonrasında anne ve bebek ölümleri artar…

Dünya’da insanları öldüren 10 neden arasında; Tütün ve Tütün ürünlerinin ilk sıraya yerleşmesi; başta Amerika Birleşik devletleri, İngiltere ve çok sayıda Avrupa Ülkesinde ve Türkiye’de yıllardır yürürlükte olan yasalara, eğitim programlarına karşın, inatla yerini korumasında kanımca bireylerin bilinçaltı davranışları bulunmaktadır… Bunlar; Toplumsal Duyarsızlık-Umarsızlık-Bana Bir Şey Olmaz Düşüncesi-Çevresindekilere Aldırmazlık- Özenti- Taklit-Sınıf Atladığını Sanma-İradesizlik- Boşlukta kalma-Kendisi ve Yaşamı ile Barışık Olmamak” olarak sıralanabilir… Bu da bilimsel ortamda, Psikolojik olarak; Sağlıksız Davranış ya da Davranış Bozukluğu olarak nitelendirilmektedir…

Çarpıcı bir örnek vermek isterim;  35 yılda 1 ton 277 kilo tütün tüketen, 1 günde 10 metre, 35 yılda 127 bin 750 metre sigara içen, bozduğu Kalp ve Damarlarını, Kalp Vakfı Üyelerinden Prof. Dr. Bingür Sönmez’ in sihirli ellerinin mucizevî bıçağı ile onartan 52 yaşındaki Dursun Demirkol (Hürriyet Gazetesi:-24 Mart 2006- Birsel Sancar haberi), yukarıda sözü edilenlerden hangi nedenle günde 5 paket sigara içmiştir… Bütün bu olanlardan sonra sigara içmeyi sürdürebilecek midir? Bu örneklerden sonra kullanıcılar; “yiğitlik bende kalsın sigara bana kendini bıraktırmadan önce, ben onu bırakayımdiyerek, doğru karar alabilecek mi?

 Çalışmalar; Sigara Bağımlılığının dünya genelinde, yaklaşık % 25-30 oranında olduğunu ve oranın gittikçe arttığını göstermektedir… Gençlerde bu oran yaklaşık  % 40-50’dir. Artma bu yaş grubunda daha hızlıdır. Gelişmekte olan toplumlarda % 70’lere varan değerlere ulaşmıştır… Ülkemizde, değişik toplum gruplarında yaptığımız çalışma sonuçları da dikkat çekicidir… İstanbul’da eski ve yeni yerleşimli göç bölgelerindeki ilkokul 5. sınıf öğrencileri arasında, günde yaklaşık 5-10 tane sigara içenlerin yaklaşık % 15, özel eğitim gören bazı okullarda aynı yaşlardaki çocuklarda % 3,5 oranlarında olması, gençlik evresindeki kız ve erkek öğrenciler arasında bu oranın % 35’lere ulaşması sorunun ciddiyetini yansıtması bakımından önemlidir… Bütün bunların yanı sıra,  ekonomik ve sosyal koşulları yetersiz olan kadınlarda % 25, erkeklerde % 65 oranda( kahvehane çalışması).,  iyi olan gruplarda, orta yaş kadınlarda %  35, erkeklerde % 45 oranda, günde en az  bir paket sigara tüketimi için Hekim olarak yorumum; “Aydınlık Olmayan, karanlık ve de Sağlıksız Bir Gelecek” olacaktır…


Son yıllarda sayıları gittikçe artan Nargile Kahvehaneleri sorunun, Yasal Düzenleme ile önlenmesi gereken, bir başka ürkütücü ve de düşündürücü yönüdür… 



İkinci ölüm nedeni; Kalp ve Damar hastalıklarıdır… Dünyada her yıl kayıtlara geçen 20 milyondan fazla kadın ve erkek, Kalp-Damar Hastalıkları nedeniyle hekime başvurmakta, maliyeti çok yüksek olan yöntemlerle tedavi edilmekte ve geç kalındığında da yaşamını yitirmektedir… Yaklaşık 18 milyon insan Kalp Krizi ve Felç nedeni ile karşımıza çıkmaktadır…
Türkiye’de kayıtlara geçen bu değer 200 bini aşmaktadır… Bütün bu olanlarda, Ailesel-Genetik Riskin yanı sıra Çevresel Faktör Riski de yüksektir. Bu Riskler; Aktif Sigara İçiciliği, Pasif İçicilik, Sağlıksız / Dengesiz / Aşırı Beslenmeden kaynaklanan Şişmanlık, Stres ve Hareket azlığıdır… Gün geçmiyor ki Gazeteler ve Televizyonlardan değişik yaşlarda, sağlıklı görünen çocuklarımızın ve gençlerimizin, koşarken, yüzerken, spor yaparken kalp krizi sonucunda yaşamlarını yitirmelerini üzülerek izliyoruz… Bütün bunların altında yatan gerçeklerin Kalıtsal mı yoksa Edinsel (kazanılmış-çevresel) mi olduğunu düşünmeden edemiyoruz… Düzenli sağlık kontrolleri ile bu ölümler önlene bilinir miydi ” sorularını da soruyoruz... “Aile öğelerimiz / kendimiz için düzenli sağlık kontrolleri yaptırma şansımız var mı” sorusuna yanıt bulamıyoruz…  

Ölüm nedenleri arasında üçüncü sırayı Tansiyon Yüksekliğinden kaynaklanan beyin ve değişik organ kanamaları yer almaktadır… Tansiyon yüksekliğinin tek bir nedeni yoktur. Çoklu nedeni ve etkisi bilimsel çalışmalarla da kanıtlanmıştır…  Çalışmalarla, dünyada  % 0,1 oranında, 600 milyon’dan fazla insana Hipertansiyon tanısı konulmuştur…
Ülke içindeki araştırmalara göre; son yıllarda, 30-40 yaş üzerindeki kadın ve erkekte, yaklaşık % 30-40 oranında Arteryel Kan Basıncı Yüksekliği gösterilmiştir. Özellikle de aşırı tartısı olanlarda ve şişmanlarda bu oran dikkat çekici idi…

Bilindiği gibi, Uluslararası karar gereğince, Arteryel Kan Basıcının Normal Değerleri;  Sistolik Basınç( maksimal-büyük tansiyon) için 120 mm Hg dir. Diastolik ( minimal-küçük tansiyon)Basınç için 80 mm Hg’ dır… Toplumun anlayacağı söylemle, ölçümde; Yüksek Tansiyon’da büyük olan 12, küçük olan 8 üzerindedir… Yüksek Tansiyon oluşumunda Kalp-Damar hastalıklarındaki risk Feokromositoma( böbrek üstü bezindeki kistik tümör) da düşünülmelidir… Ülkemizde sanılandan fazla görülen, Tiroit bezi bozuklukları, özellikle de Toksik Guatr ve Böbrek Taşları ile iltihapları da göz ardı edilmemeli, bulguların ortaya çıkması beklenmeden, sağlık kontrolü ve tarama testlerinin faktörlerinin yanı sıra, özellikle kan şekeri ile de birlikte inip çıkışlar görülen hastalarda, böbrek üstü bezinin kistik yapılı tümörlerinden yapılması sağlıklı ve uzun yaşamın göstergesi olacaktır…

Ölüm nedenleri arasında olan Şişmanlık(obesite), dünyaya hızla yayılmaktadır. Aşırı ve Yanlış ve de dengesiz beslenmenin neden olduğu Obesite pek çok doku ve organ bozukluklarının, özellikle de şekerimizi düzenleyen Pankreas organındaki çalışmayı bozmasının( Şeker hastalığı – Diyabet oluşur) yanı sıra erken ölümler bile neden olabilen bir hastalıktır… Çalışmalar, obesitenin okul öncesi ve ilköğrenim çocuklarında % 1-10 oranlarda görüldüğünü ortaya çıkarmıştır. Amerika Birleşik Devletlerindeki çalışmalara göre; değişik yaş gruplarında, kadın ve erkeklerde ölümcül obezite oranı % 25’lere ulaşmıştır. Türkiye’de yapılan çalışmalarda da( bizim çalışmalarımız) olumsuz sonuçları yansıtan yüzde oranlar kaygı vericidir. Bir çalışmamızda ergenlik evresindeki kızlarda aşırı tartı oranı %15, obesite oranı yaklaşık % 8-10 bulunmuştur. Bir özel anaokulu çalışmamızda kız ve erkek çocuklarda bu değerler % 1-5 arasında değişiyordu… Bireyler kolay bir formül ile tartılarını kontrol altına alabilir ve dünya standardı olarak kabul edilen listedeki yerlerini bularak obesite ile ilgili kendi kararlarını alabilirler…
Vücut Kitle İndeksi( VKI-BMI) adını verdiğimiz bir formülle bu kararı bilimsel olarak da alabiliriz. Bu formülde; bireyin boyunun metre olarak karesi sonucunda ortaya çıkan değer Standart kabul edilir… Örnek;1.75x 1.75=2.99). Bireyin kilogram olarak tartı değeri standart sayıya bölünür… Örnek; 74: 2.99= 24,9- aşırı tartının üst sınırı demek… Çıkan sayı bireyin beslenmesi ve bedeni ile ilgili doğruya yakın bilgi vermektedir… WHO bir tablo geliştirmiştir. Bu tabloya göre; 18.5’in altı Zayıf., 18.5- 24.9 arası Normal., 25- 29.9 arası Aşırı Tartı., 30-34.9 Obesite(şişmanlık)., 35- üstü Ölümcül Obesitedir. Birey bu değerlerin sonucuna göre yaşamını düzene koyabilir ve gereken yardımı alma yolunu seçebilir… Kan tablosu (Kolesterol-HDL, LDL, VLDL-, Trigliserid, Kan Şekeri, Karaciğer Fonksiyon Testleri, Böbrek Fonksiyonları vb.) ve değişik Laboratuar Testleri ile düzenli Kontrol ile erken tanıya gidilir… Bu da sağlıklı yaşamın ön koşulu olarak kabul edilmektedir.  

Diabetes Mellitus(şekerli şeker hastalığı), geçmişte olduğu gibi yeni bir yüz yılda da ciddi olarak ele alınması gereken bir hastalık ve de bozukluktur. Aile öyküsü varsa daha da ciddiye alınmalıdır. Tip I Diyabet çok erken yaşlarda, bebekler de bile ortaya çıkabilir…4000gram(4 kilogram) kilogram ve fazla tartı ile doğan bebeklerde, doğum sonrasına, önlem alınmazsa, havale nöbetleri görülebilir ve organlarda kalıcı bozukluklar ortaya çıkabilir… İnsülin olmadan tedavi edilemez… Düzenli İzleme ve tedavinin doğru olarak kesintisiz sürdürülmesi, yaşamı olumlu etkileyecektir… Kalp-damar hastalıkları, Tansiyon yüksekliği, Görme bozukluğu-Katarakt-Glokom-Göz dibi kanamaları, Polinevrit-Yürüme bozuklukları, Böbrek bozukluğu-yetmezliği, vb. yan etkiler(komplikasyonları) önlenecektir…
Aile öyküsü bilinsin ya da bilinmesin fark etmez, yanlış yaşam biçimi Tip II Diyabete davetiye çıkarabilir… Otuzlu-Kırklı yaşlarda klinik bulgular ortaya çıkabildiği gibi, hiç bir bulgu görülmeyebilir de… Türkiye’de kayıtlı Diabet Mellitus oranı % 7,2’dir… Gizli olgularla bu oran %10’a ulaşmaktadır… Eğer toplumda bir tarama yapılsa bu oran daha da yüksek olacaktır… Bireyin sağlıklı beslenmesi, dengeli karbon hidrat alımı, hareketli ve dingin yaşam, bu hastalığın oluşmasını % 60 gibi yüksek oranda önleyecek ve ilaca bağımlı olmadan, açlık kan şekerinin normal değerlerde(80-110 mg/DL) kalmasını sağlayacaktır… İlaç tedavisi ile başarı oranı yaklaşık  % 40’dır…

Çalışmalara göre; dünyada yaklaşık % 2 oranında(170 milyondan fazla) damarlar tıkanmasına bağlı hastalık ve bozukluk görülmektedir… Hangi doku ve organda görülürse görülsün, damar tıkanmalarından kaynaklanan belirtiler, ciddi bir biçimde ele alınmalıdır… Öncelikle kalp-damar ve akciğer hastalıkları ve bozuklukları olmak üzere karaciğer ve diğer organlarda tıkanmaya bağlı bulgular, felçler, doku ve organ kanamaları, dolaşım bozukluklarına bağlı olumsuz değişimler, diyabete bağlı nekrozlar, kalıcı ve de öldürücü olabilmektedir…

İnsanoğlu için Sağlıklı Cinsel Yaşam, Temiz Hava-Temiz Su-Temiz ve Sağlıklı Besin Maddesi kadar doğal bir haktır insanoğlu için... Oysa günümüzde, cinsel yaşamlarında yanlış seçim yapanlarda, başta Sifilis( Frengi), Gonore(Bel soğukluğu), rahim ağzı kanserleri( erkekten kadına cinsel ilişki ile bulaşan) olmak üzere çok sayıda virüs ve bakterinin hatta mantarların etkeni olduğu hastalıklar artmış “epidemi-patlama” yapmıştır…
1980li yıllardan bu yana,  HIV İnfeksiyonu ve AİDS bu gurubu ilk on ölüm nedeni listesine sokmuştur… Virüs; cinsel ilişki ile (Homo-Heteroseksüel ilişki Fransız öpücüğü ile) % 30- 60 oranlarda, kan yolu ile  %30- 40 oranlarda, anneden bebeğe plasenta yoluyla %5-10 oranlarda bulaşmaktadır… Aşısı olmayan HIV için, erken tanı ve pahalı da tedavi ve de dingin ve nitelikli, düzgün yaşam biçimi, hastalığın ölümcül kimliğini yok edebilmektedir… Son değerlendirmelere göre dünyada 40 milyonun üzerindeki olguların 30 milyonundan fazlası Afrika ülkelerinde görülmektedir…
Ülkemizde de bu hastalık gizli bir biçimde her yaştaki insanımızı, hepimizi tehdit ediyor… Doğru bilgilenirsek yakalanma olasılığı yok denecek kadar azalacaktır.

Savaşlar, Terör, Kazalar, Madde bağımlılığı dünyada ilk 10 ölüm nedeni arasında yer alan ciddi sorunlar olarak kabul edilmeli, önleme yönelik Ulusal-Uluslar arası önlem alınmalıdır… Yazık ki geç kalınmıştır bu konularda… Ama yine de Anadolu’muzun ön görüşlü, arif insanının; “zararın neresinden dönülse kardır” sözü anımsanmalı ve önleyici hekimlik çalışmalarına yönelik bir sağlık politikasının önemi kabul edilmelidir… Tüm dünyada olduğu gibi, Ülkemizde de Sağlık-Yargı-Eğitim Devletin Temel görevi olmalı, siyasallaştırılmamalıdır… Sivil Toplum Kuruluşları, bu konularda Devletle el ele, yürek yüreğe çalışmalıdır… Bu yalnızca dilek olarak kalmamalı, yaşama geçirilmelidir… 

Tüm canlılar için “Sağlıklı Yaşam”, hem kolay hem de çok zor… Sağlıklı yaşama sanatını bilmek gerekir… Yaşamı yakalamak ve sımsıkı tutmak için yaşadığımız evreni yalnızca iki gözümüzle görmek yeterli değil. Üçüncü gözümüzle-Kalp gözümüzle-İç sesimizin müziğinin eşliğinde görmemiz gerekir… Bunun için; Kendimize değer verelim… Kendimizi önemseyelim… Sağlığımızı koruyalım… Doğru bilgilerle bilgilenelim… Bilgimizi çevremizle paylaşalım… Bilmek yetmez, yaşama geçirelim… Hekimce sağlıklı yaşam dileklerimi
*Prof. Dr. Çocuk ve Toplum Hekimi Uzmanı-Yeni yüzyıl Üniversitesi


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder