4 Mayıs 2014 Pazar

ÖZEL BİR ANIM

Yıldız Tümerdem

Benim için Özel Anı

Bu gün doğmuşum… Kömür sobasının ısıttığı iki katlı, ahşap, otantik bir Diyarbakır evinde... Yüksek taş duvarların çevrelediği ayvan denilen avludaki odalardan birinde, diplomalı bir ebenin ellerine doğmuşum akşam ezanı okunurken… Kent surlarının dışarı açılan kapılarından Mardin Kapıda Cemil Paşaların Selamlığı olarak bilinen bu evin taşla kaplı, topraksız bahçesinin ortasında, yazın fıskiyesinden buz gibi suların yaşamı serinleten havuzunda karpuzların keyifle yüzdüğü günleri görmek için doğmuşum, ama henüz altı aylıkken çığlık çığlığa terk etmişim bu yerleri istemeden… O kocaman kıpkırmızı karpuzları ardımda bırakarak…

Çocukluk yıllarımda, doğduğum yerleri düşlerdim hep… Okullu yıllarımda Türkiye haritasında gözlerimle okşardım doğduğum kenti... Yürek çarpıntısı ile bir hoş olurdum… Oraları görme hayali ile büyüdüm bir bakıma… Sorular soruyordum aileme bıkmadan usanmadan… Diyarbakırlıyım diyen herkese ama herkese kucak açıyordum sımsıcak duygularla… 
 
Yıllar sonra doğduğum kenti ve evi görme şansını yakaladığımda çiçeği burnunda bir hekimdim… Ankara- Hacettepe Çocuk Hastanesinde Çocuk Hekimi olma sevdası ile çalıştığım günlerden bir gün, Hocamız Prof. Dr. İhsan Doğramacı Diyarbakır-Bismil ilçesinde, uyarılara karşın, tohum için verilen buğdaylardan ekmek yapan ailelerde görülen bir hastalıkla ilgili bir çalışma başlatıldığını, sıra ile bu çalışmalara katılacağımızı söylediğinde heyecanlanmıştım… Çekilen kurada, ilk giden ekipte olmanın şansını yakaladım… Bu bir mucize idi… Tanrı beni ödüllendirmişti… Doğduğum yerlere hekimlik hizmeti verecektim… Daha ne isteyebilirdim ki…

Çok etkilendim doğduğum evi ilk gördüğümde… Sevdaya benzeyen o duyguyu şimdi bile duyuyorum o günleri andığımda… Salıncakta sallanmam için taş duvarlara çakılı kancalı çiviler “hoş geldin” diyordu bana... Oralarda yüzbaşı olarak görev yapmış babam gururla gülümsüyordu kızına, beyaz bulutlar arasından… Hekim olduğumu görememişti… Tıbbiyenin son sınıfında iken yaşama veda etmişti… İşte oradaydı, kurduğu salıncakta sallıyordu beni o günlerdeki gibi, sevgi ile…“Sen bu evde doğdun, ilk resmini çeken de Foto Dalyan’dı.” diyerek kundaklı, takkeli doğum resmimi göstermişlerdi… Diyarbakır’ın bilinen ailelerinden olan Cemil Paşanın yakınları… Fotoğrafımı çeken Foto Dalyan’ın Cumhuriyetimizin 10. yılında Diyarbakır’a gelen Atamızın fotoğraflarını da çekmiş olduğunu öğrendim, bana babamın imzaladığı fotoğrafı getiren, aile dostumuzdan... Mevlana’nın öldüğü gün olan 17 Aralıkta, öldüğü saatte doğmamın bir rastlantı olduğu gibi bu da bir rastlantı mı idi? Bu soruyu yanıtlayamıyordum… Hala da öyle…

Cumhuriyetimizin Onuncu yılındaki fotoğrafları, Mardin Kapıda Atamızın konutu olan Pamuk Köşkün duvarlarında gördüğüm anının heyecanı anlatılmaz… Atamızı koruyan jandarma birliğinde görevli olan babam fotoğraflarda, Atatürk ve yol arkadaşlarının hemen arkasında duruyordu.  Onu evdeki fotoğraflarındaki görünümü ile tanımanın gururu ile gözlerim doldu... İki yıl önce Diyarbakır’a bir toplantı için gittiğimde, o resimlerin çoğunun ıslanmış olduğunu öğrendim… Duvarlar Mustafa Kemal Atatürk ve Arkadaşlarından yoksun, öksüz kalmıştı, sanki... Gözlerimden sessizce inen yaşları silmedim bile… Çok ama çok duygulandım… Üzüntüm duygularımla sarmaş dolaştı… Yazık çok yazık olmuş, umarım benzerlerini bulup duvarlarda yeniden bizlerle buluşmalarını sağlarlar diye düşündüm, Dicle nehrinin suladığı, Mardine doğru uzanan uçsuz bucaksız toprakları seyrederken… Beyaz güvercinler toprak damlardan dünyanın en uzun ikinci surunun kutsal duvarlarına doğru süzülerek gözden kaybolurken hüzünlü duygularımı taşıyorlardı… Duygularım dize oldu, kurşun kalemimden çizgili defterimin sayfalarına sığındı, gün ışığına çıkacağı günü bekleyerekten…

          Ben Buyum İşte

Nasıl yaşadım bilmem o büyülü anları
Bir bulut muydu geçen yaşam topraklarımdan
Yağmur damlası mıydı yüreğimi ıslatan
Yoksa anılarım mı geçmişte yaşanmayan

Nasıl dolaştım bilmem sevgimin evreninde
Kanatlarım mı vardı yoksa gizemli bir güç
Güneş miydi sıcacık gülüşüyle seslenen
Yoksa düşlerim miydi bana aşkı getiren

Nasıl değiştim böyle yılları eskitmeden
Kitaplar mıydı beni bunca yıl eskitmeyen
İlkelerim mi oldu ömrümce değişmeyen
Barıştan yana olan bu halimi sevdim ben.
                                                   Yıldız TÜMERDEM
                         

Çizgili Defterimden- 17 Aralık 2002 Ankara –İstanbul yolculuğu  


Değişen Duygular

Ne özü değişti kalemin 
             Ne sayfası koptu

Çizgili defterimin
               Belki ucu eskidi kalemimin

Belki rengi sarardı o defterin
                         Değişen duygulardı

Bir de dünde kalan yaşamım
               Sevgi hiç değişmedi
Hep anılarda kaldı

Solan kırmızı güldü
                 Dikeni kanatmayan

Değişen o yıllardı
                Düşlenen sevgilerdi

Hepsi dünümde kaldı
                         Hepsini yıllar aldı

Koyu renkler hep değişti
                          Geriye bembeyaz sayfalar kaldı.


                                                Yıldız Tümerdem

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder