Yıldız Tümerdem
Benim için Özel Anı
Bu gün doğmuşum… Kömür
sobasının ısıttığı iki katlı, ahşap, otantik bir Diyarbakır evinde... Yüksek
taş duvarların çevrelediği ayvan denilen avludaki odalardan birinde, diplomalı
bir ebenin ellerine doğmuşum akşam ezanı okunurken… Kent surlarının dışarı
açılan kapılarından Mardin Kapıda Cemil Paşaların Selamlığı olarak bilinen bu
evin taşla kaplı, topraksız bahçesinin ortasında, yazın fıskiyesinden buz gibi
suların yaşamı serinleten havuzunda karpuzların keyifle yüzdüğü günleri görmek
için doğmuşum, ama henüz altı aylıkken çığlık çığlığa terk etmişim bu yerleri
istemeden… O kocaman kıpkırmızı karpuzları ardımda bırakarak…
Çocukluk yıllarımda,
doğduğum yerleri düşlerdim hep… Okullu yıllarımda Türkiye haritasında
gözlerimle okşardım doğduğum kenti... Yürek çarpıntısı ile bir hoş olurdum…
Oraları görme hayali ile büyüdüm bir bakıma… Sorular soruyordum aileme bıkmadan
usanmadan… Diyarbakırlıyım diyen herkese ama herkese kucak açıyordum sımsıcak
duygularla…
Yıllar sonra doğduğum
kenti ve evi görme şansını yakaladığımda çiçeği burnunda bir hekimdim… Ankara-
Hacettepe Çocuk Hastanesinde Çocuk Hekimi olma sevdası ile çalıştığım günlerden
bir gün, Hocamız Prof. Dr. İhsan Doğramacı Diyarbakır-Bismil ilçesinde,
uyarılara karşın, tohum için verilen buğdaylardan ekmek yapan ailelerde görülen
bir hastalıkla ilgili bir çalışma başlatıldığını, sıra ile bu çalışmalara
katılacağımızı söylediğinde heyecanlanmıştım… Çekilen kurada, ilk giden ekipte
olmanın şansını yakaladım… Bu bir mucize idi… Tanrı beni ödüllendirmişti…
Doğduğum yerlere hekimlik hizmeti verecektim… Daha ne isteyebilirdim ki…
Çok etkilendim doğduğum evi
ilk gördüğümde… Sevdaya benzeyen o duyguyu şimdi bile duyuyorum o günleri
andığımda… Salıncakta sallanmam için taş duvarlara çakılı kancalı çiviler “hoş
geldin” diyordu bana... Oralarda yüzbaşı olarak görev yapmış babam gururla
gülümsüyordu kızına, beyaz bulutlar arasından… Hekim olduğumu görememişti…
Tıbbiyenin son sınıfında iken yaşama veda etmişti… İşte oradaydı, kurduğu
salıncakta sallıyordu beni o günlerdeki gibi, sevgi ile…“Sen bu evde doğdun,
ilk resmini çeken de Foto Dalyan’dı.” diyerek kundaklı, takkeli doğum resmimi
göstermişlerdi… Diyarbakır’ın bilinen ailelerinden olan Cemil Paşanın yakınları…
Fotoğrafımı çeken Foto Dalyan’ın Cumhuriyetimizin 10. yılında Diyarbakır’a
gelen Atamızın fotoğraflarını da çekmiş olduğunu öğrendim, bana babamın
imzaladığı fotoğrafı getiren, aile dostumuzdan... Mevlana’nın öldüğü gün olan
17 Aralıkta, öldüğü saatte doğmamın bir rastlantı olduğu gibi bu da bir
rastlantı mı idi? Bu soruyu yanıtlayamıyordum… Hala da öyle…
Cumhuriyetimizin Onuncu
yılındaki fotoğrafları, Mardin Kapıda Atamızın konutu olan Pamuk Köşkün duvarlarında
gördüğüm anının heyecanı anlatılmaz… Atamızı koruyan jandarma birliğinde
görevli olan babam fotoğraflarda, Atatürk ve yol arkadaşlarının hemen arkasında
duruyordu. Onu evdeki fotoğraflarındaki
görünümü ile tanımanın gururu ile gözlerim doldu... İki yıl önce Diyarbakır’a
bir toplantı için gittiğimde, o resimlerin çoğunun ıslanmış olduğunu öğrendim… Duvarlar
Mustafa Kemal Atatürk ve Arkadaşlarından yoksun, öksüz kalmıştı, sanki...
Gözlerimden sessizce inen yaşları silmedim bile… Çok ama çok duygulandım…
Üzüntüm duygularımla sarmaş dolaştı… Yazık çok yazık olmuş, umarım benzerlerini
bulup duvarlarda yeniden bizlerle buluşmalarını sağlarlar diye düşündüm, Dicle
nehrinin suladığı, Mardine doğru uzanan uçsuz bucaksız toprakları seyrederken…
Beyaz güvercinler toprak damlardan dünyanın en uzun ikinci surunun kutsal
duvarlarına doğru süzülerek gözden kaybolurken hüzünlü duygularımı taşıyorlardı…
Duygularım dize oldu, kurşun kalemimden çizgili defterimin sayfalarına sığındı,
gün ışığına çıkacağı günü bekleyerekten…
Ben Buyum İşte
Nasıl yaşadım bilmem o büyülü anları
Bir bulut muydu geçen yaşam topraklarımdan
Yağmur damlası mıydı yüreğimi ıslatan
Yoksa anılarım mı geçmişte yaşanmayan
Nasıl dolaştım bilmem sevgimin evreninde
Kanatlarım mı vardı yoksa gizemli bir güç
Güneş miydi sıcacık gülüşüyle seslenen
Yoksa düşlerim miydi bana aşkı getiren
Nasıl değiştim böyle yılları eskitmeden
Kitaplar mıydı beni bunca yıl eskitmeyen
İlkelerim mi oldu ömrümce değişmeyen
Barıştan yana olan bu halimi sevdim ben.
Yıldız
TÜMERDEM
Çizgili Defterimden- 17 Aralık 2002
Ankara –İstanbul yolculuğu
Değişen Duygular
Ne özü değişti kalemin
Ne sayfası koptu
Çizgili defterimin
Belki ucu eskidi
kalemimin
Belki rengi sarardı o defterin
Değişen
duygulardı
Bir de dünde kalan yaşamım
Sevgi hiç değişmedi
Hep anılarda kaldı
Solan kırmızı güldü
Dikeni kanatmayan
Değişen o yıllardı
Düşlenen sevgilerdi
Hepsi dünümde kaldı
Hepsini
yıllar aldı
Koyu renkler hep değişti
Geriye bembeyaz sayfalar kaldı.
Yıldız Tümerdem
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder