29 Mayıs 2014 Perşembe

SİNOP KALESİ

Yıldız Tümerdem
Aldırma Gönül



Taş Duvarlar
Anılar ülkesinden yorgun döndüm dün gece
Sevgiyle tutuşmuştu mavi denizli ufuk
Özlem çiçeklerinden bir demet sundun yine
Kokusu belleğimde rengi boş yüreğimde

Bir anda doluverdim genç yazgılı günlerle
Bir çift göz gülümsedi eskisi gibi yine
Gerçekleri saklayan bir kapı aralandı
Ne sen vardın içerde ne de soluk bir gölge
Hayaller kaybolmuştu, düşler çırpınıyordu
Umut taş duvarlarda ağlıyordu sessizce…


Bu dizelerin öyküsünde tarihsel kaleler var… Önde geleni de Sinop Kalesi... Sinoplu asker bir dedenin ve babanın kızı olarak, bu kalenin öyküleri ile büyüdüm. Buradaki Taş Duvarlar başka taş duvarlara benzemez. Bu taş duvarlar, mitolojik denizkızlarının ve hırçın dalgaların sesleri ile hüzünlü aşk şarkıları söyler, gurbet türkülerine eşlik ederler. “Dışarıda deli dalgalar/ gelip duvarları yalar… Beni bu sesler oyalar / aldırma gönül aldırma…” sözleri ile gönlüne aldırma diyen Sabahattin Ali’nin kanatlanmış ruhu ile konuştuğum o günlerde yazmıştım bunları çizgili defterlerime… Oralardayım şimdi… Ağır adımların gölgelediği akşamlarda, mutsuz bir anahtar ile açılıp kapanıyor demir kapı, paslanmış yüzünde derin çizgiler var. Kapıda bir avuç aydının işim listesi. Hala silinmemiş. Yazıldığı günlerdeki gibi taze, kurumamış siyah boya. İsimli ve isimsiz pek çok insan, bu zindanlarda yaşadılar, küf kokulu, nemli, farelerin üzerlerinde cirit attığı, ottan yer yataklarında yattılar, onları mahkûm edenler sıcak döşeklerinde uyurken. Uyuyabildilerse eğer… Bu aydınların suçları, vatanlarına ihanet edenlere / topraklarına, Ulusal birlikteliklerine göz dikenlere kalemleri ile açtıkları çağdaş ve barışçıl savaştı. Silah ve kurşun yoktu,  kan ve gözyaşı yoktu, sömürü ve ihanet yoktu bu savaşta. Öyleyse nedendi bu acımasız kararların ölümcül tutsaklığı? “ Kurşun ata-ata biter/ mahpus yata- yata biter / Aldırma gönül aldırma” Sorular her zamanki gibi yanıtsızdı / öyle de kalacaktı besbelli, yıllar yılı. Duvarlardan sarkan mor çiçekli sümbüllerin döktükleri tuzlu ve kanlı gözyaşı ile filizlenmiş dalları, o günleri anlatırcasına kurumuştu. Dut ağacı her aydının ardından ağıt yakmıştı besbelli. Gövdesinde katılaşmış koyu kırmızı yumrular ve kavruk kovuklar geçmişin acımasız izlerini saklıyordu. Bana o günleri anlattı yaşlanmış koca çınar titreyen sesi ile… Eskimiş taşlı yollarda ayak izleri ve taş duvarlarda gizemli öyküleri yaşıyordu, çelikleşmiş ilkelerinden asla ödün vermeyen gerçek aydınlarımızın… Bu yazı burada bitmeyecekti, sürüp gidecekti, Sinop kalesinin duvarlarını deli dalgalar dövdükçe, bıkıp usanmadan... Dışarıda deli dalgalar var. Gelip duvarları yalıyorlar. Bizi de yaşanmamış bu sevdalar oyalıyor… Aldırma gönlüm diyoruz, aldırma… Aldırma… Gönül aldırmasa bile beyinlerdeki ilkeli dalgalar peşini bırakmayacaktı yanlış adımlarla, yanlış yollarda yürüyenlerin… Tarih allını kullanmayanlar için tekrarları yaşatıyordu, bizlere besbelli…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder