4 Ağustos 2014 Pazartesi

KEYFİMİ BOZAMAZLAR

Akşamın Getirisi Duygular


    Keyfim yerinde bugün sen bile bozamazsın
                                          Denizler doludizgin dalgalar sanki çılgın
    Dağlarda fırtına var toprak rüzgâra kızgın

     Keyfim yerinde bugün sen bile bozamazsın
                                          Küflenmiş duygularla taş fırlatsan başıma
                                          Çalı çırpı yakarak kibrit çaksan aşkıma
        Tuzak kursan kapanla zehir serpsen yoluma
      Keyfim yerinde bugün sen bile bozamazsın
Uğraşma hiç boşuna canımı sıkamazsın
                                           Keyfimi bozamazsın…

                                           Keyfim yerinde bugün sen bile bozamazsın
                                           Kadehimde şarabım ıstakoz ağız tadım
                                           Hüzünlü şarkılarda eskimeyen tek aşkım…

Tarih on dört nisan… Bir toplantı için Rodos adasındayım… Paskalya kutlamasının da aynı tarihte olması benim için büyük şans… Yaşamı yakalamış bir hekim olarak, her zaman olduğu gibi bu kez de; kısa günün keyfini çıkarmamam olası değil… Evet, mesleksel çalışma ve yaşamla sarmaş dolaşmışlığın tadını çıkarıyorum bu kez de. Yeni bir ortam ve ben. Daha ne isteyebilirim ki. Yanı başımdan hiç ayrılmayan kurşun kalemim, kalem açacağım, silgim ve çizgili defterim iş başında… Öylesine keyifliyim ki, çevremde görmek istediğim kim / ne varsa tümüne bir kibrit çakıyorum, yok oluyorlar o anda…

Başlıyorum yazmaya… Hem yaşıyor hem yazıyorum… O gece, başka gecelerden farklı. Anadolu mitolojik şarap tanrısı Baküs için kadeh kaldırıyorum… Şerefe… Şerefe kaldırdığım her kadehte aşk ve sevgi, doludizgin… Hüzünlü Şarkılarda eskimeyen tek aşkım…

Yitimsiz hayallerim yanı başımda… Çizgili defterim, kurşun kalemim gibi beni yalnız bırakmıyorlar…  Hala güzeller ve de canlılar… Gençlikte hemen her gün kendimle dost olduğum, her anımda gerçekleşmesini istediğim kutsal düşlerim, buz gibi kırmızı şarap dolu olduğunu imgelediğim bir kadehten gülümsüyor bana ve başardığım her şey için kutluyorlar sessizce… Kanat çırpan kuşlara benzer özgür duygularla dopdoluyum… Mutluyum… Hem de ne biçim…

Mavinin göz kamaştırdığı denizin dalgaları büyüleyici… Öylesine coşkulu ve deli dolu ki dalgalar… 

Yitimsiz sevdalarımın doludizgin yaşandığını anlatıyorlar sanki… 

Kıyıda durmuş onları seyrediyorum; 

“dalgalar ne sormak istiyorsunuz / sevdiğimi yıllardır görmüyorum ki / martılar nereden uçup geldiniz / yaban ellerden mi bilmiyorum ki?

dizeleri dökülüyor kalemimden çizgili defterime… 

Yunanca ile karışık Türkçe şarkılar dinliyorum, büyüleyici seslere eşlik eden gitarın tellerinde… 

Hüzün var, özlem var şarkılarda… 

Ya da bana öyle geliyor… 

Yarım kalan aşkları tamamlarcasına coşkulu tüm şarkılar…

  
Tüm kötülükleri alıp götürüyor çılgın esen rüzgârlar, bir bilinmeyene… Oraları, sevdiklerimle birlikte yaşamayı istemediğim yerler… Dalgalarla kucaklaşan sen ve ben, gizemli bir aşkın güzelliğini sessizce yaşadığımız günleri yeniden yaşıyoruz kimseye görünmeden… “Sen kim miydin benim için?” Sanırım hep beklediğim, düşlediğim, gerçeğimle karşılaşmasını istemediğim bir İDOL… Ne zehir, ne tuzak, ne küflenmiş duygular keyfimi kaçıramıyor o gün de…

Küflü duyguların yaşamımda yeri hiç olmadı ki… Yaşamımı dingin kılmayı becerebildiğim sürece sanırım çevremde ışıksız insanlar soluyamayacaklar… Işıksız insanlara hep acımışımdır… Küçülmüşlüklerinde bile yapaylık vardır… Karşılaşmak istememişimdir yaşam boyu… Yerlerde sürünen solucanlar bile benim için daha değerli… Çünkü işe yarıyorlar, çevrelerine zarar vermeden toprakta ürüyorlar ve sevdiğim kuşları besliyorlar, sürülmüş topraklardan yeryüzüne çıkarken bile saygılılar…

Unutmak istesem sevdalarımı / yüreğim isyan eder hissizliğime
Unutmak istesem anılarımı / yıllarım isyan eder nankörlüğüme /Unutmak istesem varoluşumu / yaşamım isyan eder ölümsüzlüğe…

Her zaman gerçek insanları sevmişim ve koşulları nasıl olursa olsun, saygı duymuşumdur onlara… Yapay olmayanları, iç dünyalarının aydınlığı yüzlerine vuranları, çevrelerine kör kandilin geçici ve de kör ışığı yerine güneşin sönmeyen ışığını saçan, umarlı, duyarlı, ilkeli, sevgi dolu, saygılı, paraya ve kırmızı koltuğa tapmayan, erdemli mürekkep yalayarak bir okulu bitirmemişleri, doğru bilgilerle donanmışları, bilgilerini karşılık beklemeden çevresi ile paylaşanları ve de çıkarcı olmayanları sevmişimdir ve her zaman saygı duymuşumdur özgün yaşamlarına… Toprakla tanışıncaya kadar değişmeyecek bu… Belki de toprağın öteki yanında da sürüp gidecek… Dilerim…


İşte bu nedenle varoluşumdaki o inanılmaz ilahi gücün ışığının hiç bitmemesini diliyorum yaşadığım, bildiğim evrenimde,  her zaman, her yerde ve de  her koşulda... 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder