17 Temmuz 2014 Perşembe

İNSANLAR VARDIR


Yıldız Tümerdem
İnsanlar Vardır

İnsanlar vardır, düşle karışık sevdalarını doludizgin yaşarlar, aşklarını saman yolundaki yıldızlara gülerek anlatırlar… Ekmeklerine emeklerini, emeklerine sevgilerini ustaca katarlar... Doğru bilgilerini ayırımsız paylaşırlar.. Gündüz güneş olur ışırlar, gece yıldız olur parlarlar… İşte onlar dingin yaşamı yakalarlar, bilgece davranırlar, insanca yaşarlar ve de yaşatırlar… Bu duygu ve düşünce, pek çoğumuzun yaptığı ya da yapmayı düşündüğü yaşam evrenimizin belki de üzerinde durulmadan geçiştirilen, yazıya dökülmeyen bir yaşamsal kesiti değil mi?


İnsanlar vardır, kendilerini Tanrı sanırlar… Kasıldıkça kasılırlar, küçük dağları yarattıklarını sanırlar… Dostluk, arkadaşlık, iyilik, doğruluk sözcükleri yoktur sözlüklerinde… Güzellikleri paylaşmayı bilmezler ve de güzel düşünemezler… “Nalıncı keseri” gibi her şeyi kendilerine yontarlar… Acımasızdırlar… Dost görünüşlerinin altında yatan gerçekleri anlamakta çoğu kez geç kalırız…  Bu ve benzeri insanlar için; “Keşke seni tanımasaydık” deriz kendi kendimize… Kimseye belli etmeyiz bu duygu ve düşüncelerimizi, utandığımız için…Fırlatıp çok uzaklara atmamız gereken pis kokulu, niteliksiz davranışları ve o davranışların yitimsiz kahramanlarını! ayakta alkışlayarak teşekkür mü edelim, bize çevremizi çok daha iyi görmemizde destek oldukları, yol gösterdikleri için? ” sorusunu sorarız kendimize, bazı zamanlarda… Zor da olsa bu soruyu yanıtlamakta ikilem yaşarız…

Kanımca; bu ve benzer soruları sormak kadar yanıtlamak da çok zor, hatta olanaksız gibi…   

Yıllarca sessiz kalan gözlemlerimizin sonucunda yakalayabildiğimiz pis kokulu konuşmalar, dostluktan uzak gerçek olmayan gülümseyişler, sırıtkanlıklar, el etek öpen niteliksiz davranışlar bir gün gelir günlüğümüzden gün ışığına çıkabilir… Tertemiz kalemimiz ve bembeyaz çizgili defterimiz hüzünle titrer bütün bunları aralarında paylaşırken… Tanımladığımız bu insanlarla, bize / topluma yarar yerine zarar veren, kendilerini Tanrı sanan bu insanlarla ilgili düşüncelerimizi yazmamızın gerekli olduğunu da düşünürüz… Bu insanlar, yazılarımız için esin kaynağımız oldukları için, kendilerini “mitolojik kahraman” olarak da görebilirler… Daha da kasılabilirler; “Ben olmasam sen bunları yazabilir miydin” diyerekten…“Onlara bu şansı versek mi?” diye de düşünmekten kendimizi alamadığımız günler/ saatler bile olur…

Zor olsa da böyle düşünmekten kendimizi alamayız, özellikle de haksızlıklarla karşılaştığımızda, kendimize kızgın olduğumuz zamanlarda…


İyi ki ölümsüz yazar RamhaÜçüncü Göz “ yapıtında da anlattığı Üçüncü Gözümüzle/ İç gözümüzle algılayabilmişiz / tanıyabilmişiz çevremizde dolaşan, bizi yönetmeye çalışan, böyle düşünen ve de davrananları… Onların maskelerinin ardındaki gerçek yüzlerini gördükten, kokuşmuş ruhları için her gün sürdükleri insanların dışkılarından hazırlanmış( Suskin’in Koku isimli yapıtı) Fransız parfümleri ile pis kokularını baskılamak için ellerinden ne geliyorsa yaptıklarını gözlemledikten sonra iki gözlerinin bile olmadığını anlayabiliyoruz yazık ki… Onların ve onlara benzeyenlerin, at gözlüğü takmaya bile gereksinimlerinin olamadığını da görüyoruz… Çünkü kördür onlar, toplumsal, evrensel kördürler. İnsanda var olması gereken görme yetisinden yoksun bir körlüktür bu, asla da düzelmez… En becerikli ve de donanımlı göz hekimleri bile yardım edemez onlara… Genlerindeki ikili sarmallı DNA’larının özünde bozukluk var çünkü… Çevre koşulları, bu bozukluğu bir süre baskılar… Çevresindekiler algılayamaz bu körlüğü… Ama bir gün, kırmızı bir koltuğa oturma fırsatını yakaladıklarında, insanları yönetme yetkilerini ellerine geçirdiklerinde, var olan bozuk genleri ateşlenir, körlükleri hiç ama hiç düzelemez… Ellerindeki değneklerle yürümeyi denerler, yürüyemezler, yere çakılırlar…

Evet, yere çakılırlar… Yerden kalkamazlar…

Çıkarcılığın, duyarsızlığın, umarsızlığın kirlettiği kanlarını taşıyan yozlaşmış, bozulmuş temizlikten yoksun kalmış kan damarlarının yeterince besleyemediği bir göz dibi anatomisi ve fizyolojisi olan görme organından başkaca ne bekleyebiliriz ki… Üstüne üstlük beyin ve de kalplerindeki hücreler de benzer şanssızlıkla bozuk yaratılmış olabilir… Çevrelerini, bizler gibi, gerçek aydınlar, dürüst, çağdaş insanlar gibi düşünebilir, algılayabilir, görebilir, duyumsayabilirler mi?
        

Her zaman olduğu gibi bizi var eden Büyük Güce / Yaratana, başımızı beyaz bulutların süslediği masmavi, ucu bucağı görülmeyen okyanusları anımsatan gökyüzüne doğru çevirerek; görmeyi öğrenememiş gözlerle, kirli kanın dolaştığı bir kalp ve kokuşmuş bir beyinle var etmediği için teşekkür etmenin erdemini yakalayarak, sessizce yaşam yolumuzda yürümeyi sürdürüyoruz…Sürdüreceğiz de… 




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder