Yıldız Tümerdem
Mustafa Kemal Atatürk, Büyük Nutuk’u hazırlarken,
çocukluk ve gençlik yıllarında öğrendiği eski Türkçe ile notlar almıştır.
Yılların alışkanlığıdır elbette… Ama eserini o günün Türkçe’ si ile değerlendirmiştir…
Her zaman olduğu gibi, konuşmalarını o günün sözcükleri ile Türkçe yapmıştır…
Cumhuriyetimizin ilanından sonra topraklarımızda kullanılması yasal olarak
kabul edilen dil, Ana dilimiz, Ana-Ata Toprağımızın Dili Türkçedir… Bizim
dilimizdir Türkçe… Atalarımızın, Özümüzün Dilidir… Atamızın, her sözcüğünü
dikkatli bir biçimde düşünerek kurduğu tümcelerden oluşan bu değerli yapıtını,
15- 20 Ekim 1927 tarihleri arasında 6 gün süre ile Büyük Millet Meclisinde
okuyarak, irdeleme ortamında bir karar almıştır. Nutuk’un son bölümünü Ulusal
Birliği koruyacak olan gençliğe, Türk Gençliğine armağan etmiştir. Bu çok
değerli bir bırakıttır. 87 yıldır okundukça değeri artan bir bırakıt... Nutuk’un
son bölümünde Büyük Millet Meclisinde, o günün Türkçe’si ile; “Muhterem Efendiler, sizi günlerce
işgal eden uzun ve teferruatlı beyanatım, en nihayet, mazi olmuş bir devrin hikâyesidir.
Bunda, milletim için ve müstakbel evlatlarımız için dikkat ve teyakkuzu davet
edebilecek bazı noktalar tebarüz ettirebilmiş isem, kendimi bahtiyar addedeceğim…
Bu gün vasıl olduğumuz netice, asırlardan beri çekilen milli musibetlerin
intibahı ve aziz vatanın her köşesini sulayan kanların bedelidir. Bu neticeyi Türk gençliğine emanet ediyorum.”söylemi,
gerçeğin tüm açıklığı ile anlatımı değildir de nedir?
Evet!
Böyle konuşmuştu Mustafa Kemal Atatürk…
Ana-Ata toprağımızın vazgeçilmez dili Türkçe ile konuşmuştu… Gençlik Söylevini
de o günün Türkçe’si ile 20 Ekim 1927 tarihinde yapmıştı; “ Ey Türk Gençliği!
Birinci vazifen, Türk istiklalini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet muhafaza ve
müdafaa etmektir. Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel,
senin en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni, bu hazineden, mahrum etmek
isteyecek, dâhili ve harici, bedhahların olacaktır. Bir gün, istiklal ve
cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde
bulunacağın vaziyetin imkân ve şeraitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerait,
çok namüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklal ve Cumhuriyetine
kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili
olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zapt edilmiş,
bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her
köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şeraitten daha elim ve daha
vahim olmak üzere, memleketin dâhilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve
dalalet hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta iktidar sahipleri şahsi
menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler.
Ey
Türk istikbalinin evladı! İşte bu ahval ve şerait içinde dahi, vazifen; Türk
istiklalini ve Cumhuriyetini kurtarmaktır. Muhtaç olduğun kudret,
damarlarındaki asil kanda, mevcuttur.”
On yılları geride bırakmış bizler, bu
söylemi ancak, günümüzün Türkçesi ile anlayabiliyoruz… Öncümüz olan Atamız bu
gün aramızda olsa idi, 87 yıl önce kullandığı sözcüklerden vazgeçer, bu günkü,
bizim kullanmaya özen gösterdiğimiz Türkçemizi kullanırdı söyleminde… Hala genç
kalmış, yılların eskitemediği, Atamızın ilkelerini ve devrimlerini her zaman
savunan bizlere-gençlere şöyle seslenirdi;
“Ey
Türk Gençliği; İlk Görevin; Türk Bağımsızlığını, Türk Cumhuriyet’ ini sonsuza
dek korumak ve savunmaktır…Var oluşunun ve geleceğinin tek temeli budur.. Bu
temel, senin en değerli kaynağındır… Gelecekte de, seni bu kaynaktan yoksun
etmek isteyecek, iç ve dış kötüler olacaktır…
Bir gün, Bağımsızlığını ve Cumhuriyetini savunmak zorunda kalırsan,
göreve koşmak için, içinde bulunacağın ortamın olanak ve koşullarını
düşünmeyeceksin… Bu Olanak ve Koşullar çok elverişsiz olabilir. Bağımsızlığını ve Cumhuriyeti’ni yok
etmeyi amaçlayan düşmanlar, bütün
dünyada eşi görülmemiş bir yenginin temsilcisi olabilirler… Zorla ya da
yanıltarak, üstün tuttuğun yurdunun bütün kaleleri alınmış, bütün gemilikleri
ele geçirilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve yurdun her köşesine eylemli olarak
girilmiş olabilir… Bütün bu koşullardan daha acı ve daha korkunç olmak üzere,
ülke yönetiminde bulunanlar, aymazlık ve sapkınlık ve de ihanet içinde
bulunabilirler… Üstelik yönetim başında bulunanlar, kişisel çıkarlarını, ülkeye
yayılan düşmanların siyasal erekleriyle birleştirebilirler… Ulus, yoksulluk ve
darlık içinde yıkık ve bitkin düşmüş olabilir…
Ey
Türk geleceğinin genç kuşağı! İşte; bu ortam ve koşullarda bile görevin, Türk
bağımsızlığını ve Cumhuriyeti’ni kurtarmaktır… Gereksindiğin güç,
damarlarındaki soylu kanda bulunmaktadır.
23 Nisanlarda çocuklarımız için
kutladığımız bayramları artık dünya çocuklarıyla birlikte kutluyoruz. Bizler; 19 Mayıslarda, 30 Ağustoslarda, 29
Ekimlerde Ulusal Birliğimizin / Özgürlüğümüzün
/ Laik Cumhuriyetimizin yitimsiz ve bitimsiz günlerini, aydın ve ilkeli
insanlar olarak kutluyoruz, gururla ve de içtenlikle… “Dünyanın hangi Ülkesinde, Çocuk ve Gençliğin bayramı kutlanır?” sorusunun
“hiçbir yerde” olan yanıtı, Atamızın
yüceliğini anlatmıyor mu? Bu yüceliği görmezden gelmek olası mı? Çocukluğumda ve gençlik yıllarımda,
Türkçe konuşarak, yazarak, okuyarak büyüdüm ve geliştim… O yıllarda kelime, cümle,
mesela vb. kullandıklarım, on yıllardır; sözcük, tümce, olasılık, örneğin olarak
değiştirdim… Çünkü dilimi zaman içinde, okudukça, yazdıkça daha iyi öğrendim… Değiştim
ama gelişerek değiştim… On yıllardır, Kutsal Anadolu topraklarımızı, bir uçtan
ötekine, hekim ve eğitici olarak dolaştığımda, gözlemlediğim görüntüler ve
dinlediğim konuşmalardan mutsuz oluyorum, içim yanıyor… Dilim / Kutsal Anadolu Topraklarımız
ve bu topraklarda özgürlüğü avuçlarının içinde doğmuş /büyümüş ve de doğacak / büyüyecek
olanların, gelecekleri için / geleceğimiz için kahroluyorum… Evreni var eden
büyük güce sığınıyorum umudun kanatları altında, her zaman olduğu gibi…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder