2 Nisan 2014 Çarşamba

AZİZ NESİN VE YİTİMSİZ ANILAR

Yıldız Tümerdem

Aziz Nesin ve Yitimsiz Anılar


Yıllar yılı bıkmadan usanmadan kahrımı çeken, Maraş’ın Kavlaklı Köyü’nün el emeği göz nuru döken insanlarının yapıtı oymalı ceviz bir masa ve yıldan yıla artan ağırlığımın altında kırılmayan, aynı köyün, ceviz sandalyesi… Yerlere sere serpe yayılmış, oraya buraya rast gele dağılmış, yorgun ama gururlu ve mutlu kitaplarım, güncelerim, çizgili defterlerim, kurşun kalemlerim, renkli silgilerim, resim yaptığım günlerden kalan ne varsa her şey ortalarda… Beni terk etmeyen küçük, teypli, eski radyom ve klasik müzik kasetlerim… On yıldır kahrımı çeken can yoldaşım bilgisayarım... Bazılarına göre, özellikle de kadınlara yakışmayan, darmadağınık bir oda… Özentiden uzak ve de doğal… Burası, meslek arkadaşım olan eşim ve kendi düzenlerini kuruncaya kadar yaşamı paylaştığımız, meslek arkadaşlarım olan iki kızımın da solukladığı çalışma odamız… Şimdilerde ise yeni kimliği ile, henüz okula gitmeyen kız torunumun merak ve heyecanla her şeyi karıştırdığı gizemli oyun odası…
Bu karmakarışık ortamda elime geçen bir albümün sayfalarında dolaşıyorum… Çoğu siyah- beyaz olan meslek yaşamımın değişik evrelerini anlatan fotoğrafların arasında beni büyüleyen renkli fotoğrafa takılıyor gözlerim…  Bir masanın kenarında poz verenler arasında, kır saçların anlam kazandırdığı çizgili bir yüz ve çocuksu gülümsemesi ile dikkat çeken çekik bir çift göz,  beni sıcak bir yaz gününe, Aziz Nesin ile tanıştığım güne götürdü bir anda… Başka bir evrene geri dönüşümsüz yolculuğa çıkmadan birkaç yıl önce, her birini döne-döne zevkle okuduğum ilginç yapıtları, zekice kurulmuş, gerçeği alayla karıştırarak sunduğu neşeli tümceleri ve çağdaş yaşam felsefesi ile bizleri her zaman büyülemeyi başarmış olan Aziz Nesin’ in Çatalca Çocuk Köyüne yolumuzun düştüğü günü anımsadım… Meslek arkadaşlarımla birlikte, yazarımızın çocuklara adadığı soluduğu havayı kısa süre de olsa solumak istemiştik… Yaşam evrenini, onun gibi biz de üçüncü gözümüzle görmek istemiştik. Onun elini sıkmak bizi erişebilmeyi düşlediğimiz bir yerlere-yücelere taşıyacaktı… Onunla ayaküstü bile olsa, sohbet etmek olağan dışı bir şans olacaktı bizler için…
Öyle yaptık, benim için çok ama çok değerli olan o anı objektiflere yansıttık… Sevgili Aziz Nesin ’i eski model fotoğraf makinem ile çalışma odamızın masasına taşıdık gururla... O gün hava çok ama çok sıcak ve nemli idi… Değerli yazarımız bahçeye bakan odasında sıcaktan bunalmış ve gömleğini üzerinden atarak rahat bir nefes almıştı… Masasında çalışırken, bahçedeki çocuklarının oyun oynayışlarını seyrediyor, neşeli çığlıklarını dinliyor,  kalemini kâğıtlarda gezdiriyor, yeni yapıtlarının ayak seslerini bize ulaştırmaya çalışıyordu... Kapısını çalarak içeri girişimizi, kendimizi tanıtırkenki bakışını hiç ama hiç unutmayacağım... Gülümseyerek; “Demek hepiniz de hekimsiniz… Hem de sağlık ocaklarını İstanbul gibi koca bir şehirde kurmayı başarmış, oralarda hizmet veren hekimlersiniz… Gerçekten kutlarım sizleri. Bu günlerde sizin gibiler pek kalmadı da. Üstelik içinizde bir de kadın var. Hem halk hekim hem yönetici… Hem de bu genç hekimlerin hocası… Ne demeli, bu memlekette sizin gibiler az sayıda bile olsa, sağlık sistemi ayakta durur bilesiniz” diyerek bizi sevgi ve sıcacık gülümseme ile buyur etti… “Kusura bakmayın çok sıcak olduğu için bunaldım, soyundum böyle Kırk Pınar güreşçileri gibi… Güreş yapmak bize mi kalmış, hem de yağ bağlamış bu vücutla, tekleyen kalple” sözleri ile bizleri güldürmeyi başardı… Odası büyük ve dağınıktı… Her tarafta kitaplar, masanın üzerinde kalemler, kâğıtlar özellikle de bana bakıyorlardı… Çünkü benim odamda da onların yakın dostları özgürce yaşıyordu, kimseye hesap vermeden…
O günlerde gazetelerden birinde bir ilan görmüştüm Aziz Nesin’in verdiği bir ilan… Çok gülmüştüm. İçeriği şöyleydi; “Sevgili Hırsız Bey, çantam sende biliyorum. İçinde pek para bulunmaz. Senin için işe yarar ne varsa alabilirsin. Ama lütfen senin işine yaramayacak olan karalanmış kâğıtlar var. Onları, aşağıdaki adresime postala, sana zahmet. Şimdiden zahmetin için teşekkür ediyorum.” Beni güldüren bu ilandan söz ettiğimde o da güldü arkadaşlarım gibi… İlanı okuyan hırsız, özür dileyerek göndermişti çantayı posta yolu ile… Çünkü o notlar hazırladığı kitabının el yazılı tek taslağı idi… Keşke sorsaydım hazırladığı kitabının adını… Mutlaka okumuşumdur onu... Bahçedeki çocuklarından söz ederken, yüreğinin sıcaklığı ile gözlerinin içi parlıyordu… Kitaplarını okuduğumu, benim de günlük tuttuğumu, arada şiir karaladığımı öğrenince yazmayı sürdürmemi üstüne basa- basa önerdi: “tıbbiyeden her şey çıkar, arada bir doktor çıkar özdeyişini anımsattıktan sonra gülümseyerek söylediği; “ gördüğüm kadarı ile bu söz sizin için geçerli değil. Siz halk hekimi olmanın yanı sıra halk yazarısınız da…” sözleri beni çok duygulandırdı, gururlandırdı, kalemimin yolunu aydınlattı… Söz verdim yazmayı sürdüreceğime… Ama önce mesleğim, topluma hizmet sevdam geliyor. Halk hekimliğinden fırsat buldukça yazacağım sözlerini de ekleyerek… Onu görmeyi imgeleyerek girdiğimiz evreninde geçen yaklaşık iki saatimiz bizim için kutsal anlardı ve olağan dışı bir şanstı… Özellikle de benim için bir mucize gerçekleşmiş, Aziz Nesin ile tertemiz, çağdaş bilgilerle donanmış, iyiliklerle dolu havayı solumuştum…
 Benimle birlikte doktora çalışmalarını sürdüren öğrencimin soy ismi ona çok sevdiği, yıllardır göremediği öğretmen olan yakın bir arkadaşını çağrıştırmıştı... Sorusuna öğrencimin yanıtı; “o benim babamdı. Yıllar önce, kırklı yaşlarda kaybettik.” oldu. Çok üzüldü, gözleri doldu, oğluna babasını, bize de arkadaşının niteliklerini anlattı, yeniden o günlerini yaşayarak, hüzünle... Öğrencimin yanıtı beni de üzdü ama onu tanıma fırsatı da vermiş oldu... Çalışkan ve nitelikli idi, yaşamı ciddiye almazdı… Demek ki babasına benzediğini düşünerek böyle davranıyordu…
Aziz Nesin’e ve de ayaküstü sohbet ettiğimiz çocuklarına, çalışma arkadaşlarına; “hoşça kalın” derken hem mutlu hem de hüzünlü idim nedense… “Buralardan geçerken, fırsat buldukça uğrayın, mutlu oldum sizleri tanımaktan, sizlerle sohbet etmekten” sözleri belki hüzünle karışık mutluluğu yaşatmıştı… Dönüş yolunda, bana hiç uymayan bir davranışla, suskunluğumu korumam, arkadaşlarımın da dikkatini çekmişti… Onlar da bir bakıma benim gibi hüzün ile mutluluğu birlikte duyumsuyorlardı… Özellikle de öğrencim olan genç meslek arkadaşım… Bu karşılaşmamızdan sonra onu bir daha görebilme şansımız olmadı… O da öğrencimin öğretmen olan babası gibi kalbine yenik düşmüştü. Bir farkla; “ öğrencimin babası, belleklerden silinmeyecek,  Sivas Madımak olayını yaşamamıştı”. Gecenin bir saatinde, karmakarışık odamın çağrıştırdığı yitimsiz bir yazın adamının da içinde yaşadığı düşüncelerim yine uzaklara takıldı, zafer bayramımıza yaklaştığımız şu günlerde… Sevgili Aziz Nesin’ in kitaplarının satırları arasında dolaştım durdum birlikte çektirdiğimiz fotoğrafı gözlerimle okşarken… Çatalca’nın yollarına, o günlere, o köy o eve, o odaya o çocuklara yeniden döndüm hüzünle karışık bir mutlulukla…
 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder