Yıldız Tümerdem
İçinden Çıkılamayan
İkilemdir Yaşam
Ben
mi değiştim yoksa çevremdekiler mi? Evren
mi başkalaştı yoksa bana mı öyle geliyor? Yaşam; “İçinden çıkılamayan bir ikilem” diye düşünüyorum, özellikle de son
yıllarda… Besbelli, yepyeni ve değişik konuları işleyen kitapları okumak pek
yaramadı bana… Beynim ; “üçüncü gözün
ile görmelisin artık ” diyerek emirler yağdırıyor, ardı ardına... Oysa
yıllar yılı, üçüncü bir gözümün olduğunu bile bilmiyordum… Bu nedenle de yaşama, herkes gibi iki gözümle
bakıyordum… Başkaları gibi, gözlerimi kapattığım da oluyordu arada sırada...
Keşke öyle kalsaydım / kalabilseydim… Ama olmuyor, olmuyor işte… Öylesine
değişti ki çevrem ve çevremdekiler, tanıyamıyorum çoğunu… Kendime sorduğum; “Burası orası mıydı, bunlar onlar mıydı?”sorusunun
yanı sıra; “Hani çocukluklarında okuma yazma öğrettiğim, bir baltaya sap olmaları,
öz güvenlerini kazanmaları için zaman harcadığım, perişan olmamaları için başlarını sokacak bir
evleri olsun diye çırpındığım, bilgimi onlarla karşılık beklemeden paylaştığım,
yetiştirdiğim, bilimsel toplantılarda konuşmayı - yazı yazmayı öğrettiklerim. Önümde
el pençe duranlar, çantamı taşımak istediklerinde geri çevirdiklerim. Katıldıkları
bilimsel toplantılarda nasıl davranacaklarını, ne giyip giyemeyeceklerini, dans
etmeyi, şarkı söylemeyi bile benden öğrenenler. Eş seçmelerine destek olduğum, nikâhlarında
şahitlik yaptığım, yüzüklerini taktıklarım. Hastalandıklarında, yakınlarını
kaybettiklerinde yalnız bırakmadığım, iyi günlerinde de kötü günlerinde de yanlarında olduklarım…” sorularının
yanıtını da kendim veriyorum, her zamanki gibi zorlanmadan… Anadolu’nun arif
insanları boşuna dememiş; “ insanoğlu
çiğ süt emmiş, nankörlüğü bundandır”
diye…“Bu güne kadar, bu ve benzer soruları
kendilerine sorup, yanıtlarını kendileri verenler olmuş mudur acaba benim gibi?” diye düşünmeden edemiyorum…
İşte
böyle! Yaşadığım evrende, çıkarların kol gezdiğini gördüğümde kahrolmamak olası
değil… Durup, bir salise bile düşünmek insanı mutsuz etmeye yetiyor da artıyor bile…
Önemli olan ruh sağlığımızı bozmadan yaşamayı yakalayabilmek... Doğayı bile
çıkarlarının kurbanı etti insanoğlu… Buzulları erittik, dereleri ve gölleri
kuruttuk, kar yağmıyor artık kış günlerinde, yazın sıcağı kor ateş olup
yakıyor, yok ediyor özgür doğadaki yeşilimizi. Tarlalara, bağlara, bahçelere
çok katlı binalar diktik… Ormanları yaktık, hayvanları postları için vurduk…
Ava gidip avlandı ama akıllanmadık. Tertemiz, yemyeşil, bembeyaz dumanlı
dağlarda, kömür kokulu bacaları tüttürdük… Dereler, nehirler mavi akmıyor
artık. Mavi denizler, şiirsel göller boz bulanık. Göç kuşlarının sulakları
işgal altında... Bacalarda leylekler yok… Ailelerini geçindirmeye çalışan
analar, babalar ve okumaya çalışırken ailelerini de geçindirmeyi ilke edinmiş
gençlerimiz, okul çocuklarımız gibi beyaz kanatlı martılarımız da, sokak
aralarında çöp tenekelerinden çöp toplayarak yaşama tutunmaya çalışıyorlar… Teneke
kutular, naylon torbalar, sigara paketleri, çekirdek kabukları ile birlikte
yaşamaya zorlanan, geleceği ışıksız erkek çocuklarımız, gençlerimiz… Bazı
sokakların aralarında, kız çocuklarımız, kadınlarımız, yaşlı nenelerimiz, dedelerimiz
de çöp toplayarak yaşamda kalma çabasındalar… Çöpten buldukları ile karınlarını
doyururken, zehirlenenleri öğreniyoruz, Medya dediğimiz, televizyon, gazete ve
radyolarımızdan…
Öylesine
çok ki evreni ve evrendekileri yok edecek, mutsuz edecek örnekler… Bir yanda
yoksulluk, diğer yanda aşırı savurganlığın örnekleri… Gök delenler, koskocaman arabalar, yatlar, gemiler,
uçaklar, katlar, çiftlikler… Dünyayı gezip dolaşma… En pahalısından giyim-
kuşam-yaşam… Bütün bunları edinmiş
olanlar de bizler / kıt kanaat geçinenler / yoksullar gibi insan olarak
doğmamışlar mı?
İyi ki kitaplarım, defterim ve kalemim var
böyle günlerimde karşılık beklemeden yardımıma koşan. Onlarla
dertleşebiliyorum, yalnız onlar anlıyorlar beni. Haksızlık etmeyeyim, bir de, masamın
başında çalışırken penceremin önünden kanat çırparak uçan dost martılar var…
Penceremin önündeki ekmek parçaları, buğday taneleri tanıştırmıştı bizi
İstanbul’a geldiğim o ilk günlerde… Bu arada; onlarca yıllık dört mevsimi
paylaştığım eşim, çocuklarım ve onların aileleri, seçtiğim dostlarım, aydın-bilgili,
deneyimli, yetenekli arkadaşlarımla paylaştığım dingin ve mutlu yaşamımı, düş evrenimden
soyutlayarak yaşadığımı da vurgulamak isterim, gerçekleri göz ardı etmeden, benim olan gerçek evrenimde… Kanımca, gerçekler ve imgeler; yaşamın sonsuz
olmadığını bilen, doğru davranışları ve seçimleri ile her yaşta ve
konumda, sevgi dolu saygın yaşamlarını
elleri arasında sımsıkı tutabilenleri mutlu edebilen üçlüdür, diğer bir söylemle de kutsal birlikteliktir…
Günlüğümün sayfaları arasından
seçtiklerim- 6 Haziran 1995
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder